İhsan AKINTÜRK
  İbretlik hikayeler
 

Bir gün islam hükümdarlarından birisi Bağdat sokaklarında adamlarıyla birlikte dolaşırken, bir yahudi önüne geçer ve hükümdara şöyle der:
--Hükümdar! Müsade ederseniz size bir şey soracağım. Hükümdar;
--Buyur sor . der. Yahudi;
--Ben şurada lağım temizliyorum. Siz ise at üzerinde böyle debdebe ve saltanatla gezip yürüyorsununuz. Sizin Peygamberiniz diyor ki; ''Dünya mü'minin zindanı, kafirin cennetidir.'' sizler de böyle söylüyorsunuz. Halbuki sizin bu halinizle benim bu halim bu hadise ve sizin söylediklerinize uymuyor.
Hükümdar cevaben der ki;
--Ey Yahudi! Bu benim saltanatım ahirete nisbetle bir hiçtir. Allah ahirette mü'min kulları için akla, hayale gelmeyen nimetler hazırlamıştır. Ahiret hayatına göre bu benim hayatım bir zindan hayatıdır. Senin şu haline gelince, sende ahiret azabına göre bu halinle cennettesin. Ahiretteki derdin, azabın daha çok olacak. Çünkü kafirsin. demiş.
Yahudi bu sözleri dinleyince hemen hükümdarın ayaklarına kapanmış ve müslüman olmuş.



KAVAK AĞACI İLE KABAK

 

Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe kabak filizi bu ulu kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Kabak filizi bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
--Sen kaç ayda bu hale geldin? Kavak ağacı;
--On yılda, demiş. Kabak filizi,
--On yılda mı? Diyerek gülmüş ve çiçeklerini sallamış.
--Bana bakar mısın? Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim. Kavak,
-- Doğru, demiş.
Günler günleri kovalamış. Sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye başlamış. Soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:
--Neler oluyor bana ulu kavak? Söyler misin? Ulu kavak ona;
--Ölüyorsun, demiş. Kavak;
--Niçin?
--Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.
Evet. Çalışmadan, emek vermeden gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay kazanılan kolay kaybedilir. Emek vermek ve alın teri dökmek gerekir.

-----------------------------------------------------------------

HALİL İBRAHİM BEREKETİ

Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış. Büyüğü Halil, Küçüğü ise İbrahim.
Halil, evli çocuklu, İbrahim ise bekârmış. Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin. Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş. Bununla geçinip giderlermiş. Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı. İkiye ayırmışlar. İş kalmış taşımaya. Halil, bir teklif yapmış:
--İbrahim kardeşim; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle.
--Peki abi. demiş İbrahim. Ve Halil gitmiş çuval getirmeye. O gidince, düşünmüş İbrahim: ''Abim evli, çocuklu. Onun evine daha çok buğday lazım.'' Böyle düşünmüş. Kendi payından bir miktar onun hissesine atmış. Az sonra Halil gelmiş.
--Haydi İbrahim, önce sen doldur da ambarına taşı buğdayını. İbrahim,
--Peki abi. Demiş.
İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola. O gidince, Halil düşünür bu defa. Kendi kendine der ki: ''Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var. Ama kardeşim bekâr. O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek. '' Böyle düşünerek, kendi payından kardeşininkine birkaç kürek atar. Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından kardeşinin hissesine atar. Bu, böyle sürüp gider. Ama birbirlerinden habersizdirler. Nihayet akşam olur, karanlık basar. Bakarlar ki taşımakla bitmiyor buğdayları. Hatta azalmıyor bile. Hak teala bu hali çok beğenir.
Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki, iki kardeş günlerce taşır da bitiremezler. Şaşarlar bu işe. Aksine çoğalır buğdayları. Dolar taşar ambarları. İşte bugün 'Bereket' denilince, bu kardeşler akla gelir. Bu bereketin adı, Halil-İibrahim bereketidir. Allah herkeni evine halil-İbrahim bereketi versin. Amin.

-------------------------------------------------------

MAZLUMUN AHI

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri henüz medresede okuyan küçük bir talebeydi: Bir gün hocası Şeyh İsmail Fakîrullah (k.s.) Hazretleri kendisini su getirmesi için çeşmeye gönderdi.
Elinde küçük testiye su doldururken bir süvari geldi ve bir tekmeyle İbrahim hakkıyı yere yıktı, --Çekil bre çocuk!" diye bağıran ve bir taraftanda çocuğun haline kahkalarla gülen atlıya İbrahim Hakkı Hazretleri hiç bir şey söylemedi. Testisi de kırılmıştı. Üzgün bir şekilde medreseye döndü.
Hocasının huzuruna, hıçkırıklarla eli boş geldi ve hocasına:
--Çeşmeden su alırken bağırarak gelen bir atlı, atını üzerime sürdü, karnıma tekme vurdu. Yere düştüm, testim kırıldı." diye şikâyette bulundu. Hocası:
--Hasbünallah! Bu insanlar gazab-ı İlâhiyi üzerlerine çekmekte ne kadar mahirdirler!" diye söylendi. Sonra İbrahim Hakkı'ya dönüp:
--Bir şeyin var mı evlâdım?" dedi.
Karnını tutan İbrahim Hakkı'nın elini ve başını okşadı, karnına, üstüne, başına baktı.
--Yok, bir şeyin şükür. Üzülme. Sen de bir şeyler söyleseydin keşke adama. Bağırıp çağırsaydın. Hakkını savunsaydın. Ne vuruyorsun saygısız adam, testimi de kırdın. Öde testimi! Gibi bir şeyler deseydin meselâ."
--Hayır, ben korkup, kaçtım. Hiçbir şey söylemedim." dedi.
Hocası İsmail Efendi:
--Derhal git öyleyse, o adama bir-iki lâf söyle." dedi. İbrahim Hakkı yeniden çeşmenin yolunu tuttu. Fakat çeşme başında adamı görünce, haya timsali İbrahim Hakkı edebinden hiç bir şey söyleyemedi. Adam atını tımar etmekle meşguldü. Bir iki defa yutkundu, fakat içindeki utancı yenemedi ve bir şey söylemeden sessizce bir köşeye saklandı. Burada ne söyleyeceğini, neden söyleyeceğini de unuttu. Az sonra hiçbir şey söylemeden sessiz adımlarla oradan tekrar uzaklaştı ve hocasının yanına döndü. Hocasına:
--Ona hiçbir şey söyleyemedim efendim." dedi. Hocası:
--Evlâdım, sen edebini terbiyeni bozmadın. O edepsize cevabını vermedin. Tekrar ediyorum, git adama bir şeyler söyle. Yoksa senin cevabını ona Allah verecek!" dedi.
İbrahim Hakkı tekrar çeşmeye koştu. Bir köşeye saklandı. Bir şeyler söyleyecekti bu defa, kararlıydı. Ama yine yutkundu, yine kelimeler boğazında dizildi.
Tam söyledim söyleyeceğim derken, bir de ne görsün, adam atından öyle bir çifte yedi ki, baş aşağı çeşmenin havuzuna kapaklandı.
Bu defa korkudan soluk bile alamaz hale gelen İbrahim Hakkı, dönüp dergâha koştu. Olanları bir bir hocasına anlattı. Hocası:
--Vah vah! Bunu tahmin etmiştim. Üzüldüm! Allah'ın zalimi tokatlayacağını bildiğimden seni gönderdim ki, ödeşip uzlaşasınız diye. Ama adam uzlaşıp seninle ödeşmeye yanaşmayınca, Allah'ın tokadı gecikmedi." dedi.

------------------------------------------------------------------------
DİNSİZ ADAM-DİNDAR AYI
Ateist bir adam bir gün ormanda geziyor ve etrafındaki güzelliklere bakıyormuş. Doğa ve evrim ne güzellikler yaratıyor! diye düşünüp mest oluyormuş. Derken, birden arkasında kocaman bir ayı belirmiş ve onu kovalamaya başlamış. Adam bütün gücüyle kaçıyormuş ama her arkasına bakışında ayının daha hızlı olduğunu kendisine yaklaştığını fark ediyormuş. Dakikalarca süren bir kaçışın sonunda adamın ayağı yerdeki bir dala takılmış, ayı adamın üzerine atlamış, pençesini kaldırmış, tam vurmaya hazırlanırken adam,
--Allahım! diye bağırmış.
Bir anda zaman durmuş ayı donmuş, ormandaki nehir bile akmaz olmuş bir anda orman kararmış ve gökyüzünden bir ışık huzmesi adamın üzerine parlamış. Çok derinden gelen ilahi bir ses adama;
--Yıllarca bana inanmadın,yaratılışı kozmik bir kazaya bağladın,sana bu durumda yardım etmemi mi istiyorsun? Seni sevgili bir kulum mu saymalıyım?' demiş. Adam utanç içinde;
--Biliyorum bunca yıldan sonra dindar biri olmayı istemem haksızlık,ama hiç olmazsa ayıyı dindar yap. demiş.
--Peki' diye karşılık vermiş ve zaman durduğu yerden devam etmeye başlamış, nehir tekrar akmaya başlamış her şey eski haline dönmüş.
Ayı pençesini indirmiş, iki pençesini de göğe doğru çevirmiş ve konuşmaya başlamış;
--Allahım, senin rızkınla orucumu açıyorum, hamdolsun bana verdiğin nimete.

-------------------------------------------------------------------------------

NİMETE ŞÜKRETMEK

Padişah, daha önce hiç deniz yolculuğu yapmamış bir köle ile aynı gemide yolculuk yapıyordu. Köle korkudan titriyor, bir türlü sakinleşmiyor, vaveylası ile herkesi huzursuz ediyordu. Padişahın keyfi kaçmıştı. Bir adam öne atıldı:
--Padişahım! İzin verirseniz onu sakinleştireyim, dedi. Padişah:
--Ne yaparsan yap, yeter ki şu adamı sustur, dedi adama.
Adam, kölenin denize atılmasını istedi. Bağırıp çağıran köleyi suya attılar. Birkaç defa batıp çıkan köle:
--Boğuluyorum, imdat! diye bağırmaya başladı.
Köleyi yakalayıp, gemiye çıkardılar. Bir köşeye bıraktılar. Köle artık sessizce oturuyordu. Padişah, köleyi denize atan adama,
--Niçin öyle yaptın? Diye sordu. Adam:
--Köle gemideki huzur ve güvenin farkında değildi, dedi. Suya düşünce değerini anladı.
Nimeti artıran, lezzeti lezzet yapan şükürdür. Şükretmek yerine şikayet edenler sahip olduklarından da mahrum kalırlar. İnsanlar, maddi durumları itibari ile kendilerinin altındakilere, manevî yönleri ile de üstündekilere bakmalıdır. Birincilere baktıkça şükredecek, ikincilere baktıkça daha güzel hâle gelebilmek için gayretini artıracaktır. Hakikî saadet bundadır

Hz. Hasan (r.a.) rivater ettiğine göre peygamber efendimiz (s.a.s.) buyuruyor ki, “Allah kuluna, küçük veya büyük bir nimet verirde, kul bu nimete karşılık Elhamdulillah derse kendisine elde ettiğinden daha iyisi verilir.”
-----------------------------------------------------------

FATİH SULTAN MEHMET HAN

Fatih Sultan Mehmet Han 1453’te istanbul’u fetihettikten sonra Ayasofya kilisesi camiye çevrilmişti. Fatih  Sultan Mehmet han ilk Cuma namazı  kılmak için ayasofyada cemaatin başına geçmişti. Herkes namaza durmak için sultan’dan tekbir bekliyordu. Fatih; ‚ALLAHU EKBER ! diyerek tekbir aldi.

Ancak daha sonra tekrar tekrar tekbir aldiığı gözlendi. Tam üç defa ALLAHU EKBER ! diyerek tekbiri yineledi. Bu duruma şaşıran cemaat namazdan sonra koca sultan’ın yanına geldi ve neden böyle birşey yaptiığını sordular.

O büyük hünkar ise, ilk tekbirde ve diger tekbirlerde Kabe’yi karşımda göremedim. Ancak üçüncü tekbirden sonra kabe’yi karsımda gördüm. Acaba fetihten sonra kibirlendim mi ki ALLAH (c.c) bana ilk tekbirde Kabe’yi görmeyi nasip etmedi. Ama ALLAH’a sükür kibirlenmedim. Yine eskisi gibi Kabe’yi karşımda gördüm. ALLAH’a binlerce şükürler olsun. Diyerek cevap verir.

İste cihana hükmeden ecdadımız, gücünü ALLAH ile olan irtibatından alıyor. Ve ilerliyorldu. Zira en büyük güç sahibi ALLAH (c.c) idi. Gücünü O’ndan alani kimse dudurulamazdı.
---------------------------------------------------------

SEVGİ

 Bir kadın, kapıdan dışarı çıktığında, bembeyaz sakallı üç ihtiyarın kendi evinin önünde oturduklarını görür.
--Ben sizi hiç tanımıyorum, Ama aç ve susuz olmalısınız. Lütfen içeriye gelin de sizlere bir şeyler ikram edeyim.
--Evin erkeği içerde mi?' Diye sorar adamlar.
--Hayır, der kadın. Şu an evin dışında.
--O evde olmadığı sürece bizim bu eve girmemiz mümkün değil…' diye cevap verirler.
Akşam olup kocası eve döndüğünde kadın olanları anlatır.
--Peki, onlara söyleyebilir misin, der adam. Ben evdeyim artık, bu eve gelebilirler.
Kadın dışarı çıkıp bu kişileri içeri davet eder. Ama bu defa da;
--Hepimiz aynı anda içeri girmeyiz' der yaşlı adamlar. Kadın öğrenmek ister;
--Niye giremezsiniz? İhtiyarlardan biri açıklar:
--Onun adı ZENGİN, der bir arkadaşını göstererek. Diğeri BAŞARI, Ben ise SEVGİ. Şimdi içeri gir ve kocanla konuş. Hangimizi evinizde istersiniz?
Kadın içeri girip söylenenleri kocasına anlatır. Adam duyduklarıyla neşelenerek;
--Ne güzel. Madem öyle, zengin'i içeri çağıralım ve evimizi zenginlikle doldursun. Der. Karısı itiraz eder.
--Canım, niçin Başarı'yı çağırmıyoruz?
Bu sırada, evin diğer köşesinde bulunan gelinleri konuştuklarını duyar. Koşarak gelir ve kendi fikrini söyler.
--Sevgi'yi çağırsak daha iyi olmaz mı? Evimiz sevgiyle dolar! Adam,
--Gelinimizin teklifini dikkate alalım, der adam karısına. Dışarı çık ve bizim misafirimiz olması için Sevgi'yi davet et. Kadın dışarı çıkar ve yaşlı adamlara sorar.
--Hanginiz Sevgi idi? Lütfen içeri gel ve misafirimiz ol.
Sevgi ayağa kalkar ve eve doğru yürümeye başlar. Fakat diğer iki yaşlı adam da onu takip ederler. Kadın şaşırmış bir halde Zengin ve Başarı'ya sorar.
--Ben sadece Sevgi'yi davet ettim, siz niye geliyorsunuz?
Zengin ve Başarı bir ağızdan cevap verirler:
--Eğer Zengin'i ya da Başarı'yı davet etmiş olsaydın diğer ikisi dışarıda kalırdı. Ama sen Sevgi'yi davet ettin… O nereye giderse biz de ardından oraya gideriz. Çünkü nerede Sevgi varsa, orda Başarı ve Zenginlik de vardır!..'

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 

 

 
  Bugün 9 ziyaretçi (11 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol