İhsan AKINTÜRK
  Ölüm ve sonrası
 
ALLAHIN SELAMI ÜZERİNİZE OLSUN KARDEŞLERİM.
Ölüm ve ölümden sonrası evreleri konu alan araştırmamı,  din görevlisi olarak görev yaptığım Almanya/Nürnberg Çalışma Bölgesine bağlı Burglengenfeld'de 2008 yılı ekim ve kasım ayları içerisinde,  tamamladım.  Metindeki kırmızı  renkli yazılar ayet-i kerimeler, yeşil renkli yazılar hadis-i şerifler,  mor renkli yazılar islam büyüklerine ait sözler  ve siyah renkli yazılar da çeşitli kaynaklardan derlediğim yazılardır. İstifade ve tefekkür edilmesi temennisiyle.

İhsan AKINTÜRK
Burglengenfeld/Almanya

1-Ecel

Ecel, kelime olarak mutlak vakit, bir şeyin müddeti veya bir şeyin müddetinin sonu demektir. Dini anlamı ise insanın ömrünün sonu demektir. Hayatın son bulması ve ölümün gerçekleşmesi anlamına da gelir. Bu anlamı ile her bir canlı için tek bir ecel vardır. Bu ecel Allahın takdiri ile olur ve asla değişmez. Belirlenen ecel vaktinde gerçekleşir. Bu hususta Allahu teala şöyle buyurur:
(A'raf-34) ''Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de bir an ileri gidebilirler.''
(Münafikun-63)
''Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi asla ertelemez.''
(Ali imran-145) ''
Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. ''

 

2-Dünyada Misafiriz.

Şu kainatın ihtişamına bakarak, bu sonsuz fezanın mimarı olan Yüce Rabbimizin büyüklüğünü görebiliriz. Kendi fiziki yapımızı bir an gözden geçirerek, mimarımız olan Rabbimizin büyüklüğünü görebiliriz. İstifade ettiğimiz nimetler de öyle. Allaha sonsuz hamdü senalar, sonsuz şükürler olsun ki bütün bunları anlayabilecek bir akıl ve fikir nimeti ile bizleri donatmış.

3-Ölüm Nedir?

Ölüm, hayat cümlesine bir virgül koymaktır. Çünkü hayat hiç bitmemek üzere ahirette devam edecektir. Dünyü hayatı bir yolculuktur, insan ise bir yolcudur. Efendimizin (SAV) buyurduğu gibi; ''insanın bu dünyadaki hali ağaç gölgesinde dinlenen bir yolcuya benzer.'' Yani insan dünyaya bir süreliğine konar ve göçer. Yani dünyaya kazık çakılmıyor. Bir gün herkes kalkıp gitmek zorunda. Ama önemli olan gidilecek yere eli boş gitmemektir. İnsanın doğumu hayat yolculuğunun başlangıcı olmadığı gibi, ölümü de hayat yolculuğunun bitişi değildir. Zira insanın bu yolculuğu, geldiği yere doğrudur. Yani Allaha, Allahın huzuruna. Ruhlar aleminden gelip bu dünyada kısa süreliğine ete kemiğe bürünür, sonra da ebedi aleme doğru devam eder.

Ölüm ya cennetin ya da cehennemin eşiğidir. Tartışmasiz bir hakikattir ki ahirete yolculuk var. Bu yolculuk için azık gerekir. Ahirette bizi kurtaracak bir eserimiz olmalı. Olmazsa dünyada bıraktığımız eserlerin kıymeti yok. Her gün onlarca ölüm haberi duyuyoruz. Hatta çevremizden ölenleri görüyoruz. Ama bir gün de ölümün bizim kapımızı çalacağını nedense hiç düşünmüyoruz. Bu dünyada bir misafir olduğumuzu bir türlü kabullenemiyoruz. Halbuki kabullensek de kabullenmesek de gerçek bu. ''Her nefis ölümü tadacaktır.'' Biz de tadacağız. Ama bugün, ama yarın.

Her gün ölüm olayına şahit oluyoruz. Sevdiklerinden, çocuklarından, eşlerinden, anne babalarından, kardeşlerinden ayrılanları, onların arkasından gözyaşı dökenleri hemen her gün görüyoruz. Ama bu ölüm gerçeği kadar gerçek olan bir şey daha var ki o da öldükten sonra dirilmektir. Yani ölüm yok olup gitmek değildir. Ölüm ölümsüzlüğe açılan bir kapıdır. Ölün, ebedi hayatın anahtarıdır. Ölüm biz müslümanlar için bir mükafattır. Çünkü cennete nail olabilmek için, Rabbimizin cemalini temaşa edebilmek için ölmek gerekir. İşte bundan dolayıdır ki müslümanlar için cennete açılan kapıdır ölüm. Yani bu dünyaya bizi gönderen Allah (CC) ölüm olayı ile bizleri ahiret alemine sevk ediyor.

Dünyaya gelişimizin bir gayesi var. Gideceğimiz yere göre yaşarsak, ancak o zaman buraya neden geldiğimizi anlayabiliriz. Nereye gideceğini bilmeden yaşayanlar bu dünyaya neden geldiklerini de bilemezler ve hep yanlış yaparlar, yanlış yaşarlar. ''Eferndimiz (SAV) buyuruyor ki; ''Nasıl yaşıyorsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.'' Öyleyse imanla yaşayın ki imanla ölesiniz. İmanla ölün ki imanla dirilesiniz. Allahın nimetlerine kavuşasınız. Cennete nail olasınız, Cemalullahı görme bahtiyarlığına eresiniz.

Ölüm, yaşayanlar için bir imtihan, gidenler için zaten mukadder son. Rabbimiz bizi dünyaya gönderdiği gibi alacağını da bildirmiştir. Öyleyse o mukadder sona hazırlanmamız gerekmez mi? Zaten kaçmamıza imkan yok.
(Nisa-78) ''Nerede olursanız olun, ölüm size ulaşır sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!'' Bir söz vardır ya; ''Her ati (gelecek) yakındır.'' Öyleyse ölüm gelecek. Hazır olmaktan başka çare yok. Deve kuşu gibi kafamızı kuma gömmenin bir anlamı yok.

Musalla ve kabir içten içe ağlanacak mekanlardır. Çünkü bir ölüm olayı ve cenazeyi defin işi, bir gün bizi de böyle bir sonun beklediğini hatırlatır. Bundan dolayıdır ki efendimiz (SAV) kabir ziyaretlerini teşvik etmiştir. Çünkü kabir ziyareti insana ölümü hatırlatır. Efendimiz (SAV) ölümü ve eceli anlatınca sahabe ağlar ve gözlerinden yaşlar akardı.

Hz. Ömer (RA) bir işçi tutmuş ve demiş ki;
--Bana her gün gel ölümü hatırlat. O görevli her gün gelir ve ''Ey Eimerlmü'minin! Ölüm var'' diyerek Hz. Ömer'e (RA) ölümü hatırlatırmış. Sonra bir gün Hz. Ömer ona şöyle demiş:
--Artık her gün her gün gelme. Bak artık şakaklarıma beyaz kıllar düştü.

 

Hayat, anlamsız bir var oluş değildir. Hayat, bir faaliyet alanıdır. Ölüm de bu faailyetin karşılığını bulacağımız ebedi bir hayata geçişi sağlayan bir kapı ve bir dönüm noktasıdır. (Mülk-2) ''O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır. (3). O ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allah'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? (4). Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.

Akıllı insan, dünyada misafir olduğunu ve asıl memleketin ahiret olduğunu, dünyanın da bir misafirhane olduğunu bilir ve ona göre tedarikli olur. Çünkü misafirhanede ebedi kalınmaz. Çünkü ölüm, her yere, her şehre, her memlekete girecek. Bütün yaşayanların hayatlarına son verecek. Herkes ölecek ve herkes ölümü tadacaktır. Yerküre her insanı yutacak. Her insan o yakasız gömleği giyecek ve dört kişinin omuzunda kabir denen çukura girecektir.

İbn-i Ömer buyuruyor:
--Bir gün Allah Resulü (SAV) omuzumdan tutarak şöyle dedi: ''Dünyada bir yabancı yahut bir yolcuymuşsun gibi ol. Kendini kabristanda yatanlardan say. Akşamladığın zaman sabahı bekleme. Sabahladığın vakit de akşamı bekleme. Sıhhatinden hastalığın için (istifade et,) hayatından da ölümün için istifade et.''

4-Ölüm Hak

(Cuma-8) ''De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir. ''
(Nisa-78)
Nerede olursanız olun ölüm size ulaşr sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!
(Ahkaf-33)
''Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın, ölüleri diriltmeye de gücünün yeteceğini düşünmezler mi? Evet O, her şeye kadirdir.
(Bakara-28)
''Nasıl oluyor da Allah'ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O'na döndürüleceksiniz.''
(Kıyame-3) ''
İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanır? 4. Evet. Bizim onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter. 5. Fakat insan önündekini (kıyameti) yalanlamak ister.''
(Meryem-66)
''İnsan der ki: "Öldüğüm zaman sahi diri olarak (kabrimden) çıkarılacak mıyım?" 67. İnsan düşünmez mi ki, daha önce o hiçbir şey olmadığı halde biz kendisini yaratmışızdır?''
(Mülk-2) O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.
(Ra'd-1) - Elif, Lâm, Mîm, Ra. İşte bunlar sana o kitabın âyetleridir ve sana Rabbinden indirilen haktır. Lâkin insanların çoğu iman etmezler. 2 - Allah O'dur ki, gökleri direksiz yükseltti, onu görüyorsunuz, sonra arş üzerine istiva etti, güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdi. Her biri belli bir vakte kadar akar gider. Bütün işleri O yönetiyor. Âyetleri O açıklıyor ki, Rabbinizin huzuruna çıkacağınızı iyi bilesiniz.
(Mülk-2) ''
O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır. ''
(Kıyame-26)
. Artık gözünüzü açın. Ne zamanki can köprücük kemiğine dayanır, 27.Tedavi edebilecek kimdir“ denir. 28.(Can çekişen) bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar. 36.İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? 37. O (döl yatağına) akıtılan meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi? 38. Sonra da bu alaka (aşılanmış yumurta) olmuş derken Allah onu (insan biçiminde) yaratıp şekillendirmiştir. 39. Ondan da iki eşi yani erkek ve dişiyi var etmiştir. 40. Peki (bunları yapan) Allahın, ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?
(Cuma-8)
''De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allaha döndürüleceksiniz de O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.''


Dünyaya çıplak geldik, bir kefenle döneceğiz. Kim olursan ol. Kral olsan, padişah olsan, dünyanın en büyük zengini dahi olsan, iki metre bez ile döneceksin o mezara.

Şair diyor ya;
-- Ana rahminden indik pazara,
-- Bir kefen aldık döndük mezara.

Başka bir şey götürme imkanı malesef yok. Hepsini burada bırakacaksın. Senden sonrakilere bırakacaksın. Çünkü sana da senden öncekiler bıraktı.

Evet. Dünya bir misafirhane. Ama ahiretin kazanıldığı yer. Allahu teala insana bu misafirhanede, bu geçici alemde bir takım imkanlar vermiştir. En başta ömür sermayesi vermiştir. Bunlarla beraber insana vücut azaları vermiş. Bununlu birlikte akıl denen en büyük nimeti vermiştir. Ve insan bu nimetleri kullanarak mal, mülk kazanmıştır. Onları veren de Cenabı Allah'tır. (CC) Bütün bu nimetleri kuluna bahşeden Allah, (CC) kulunun bunları feda etmesini ve cenneti kazanmasını tavsiye etmiştir. Dünyaya ait ne varsa hepsi kırılmaya mahkum bir cam şişe gibidir. Sonsuz alem olan ahirete ait işler ise sağlam elmaslar gibidir. Dünya hayatına kapılan kişi, bu değersiz cam şişe için sağlam ve değeri büyük elması feda eden kimse gibidir. Ahiretini kaybetmektedir. Dünyanın bir misafirhane olduğunu bilen kimse ise bu hataya düşmez ve dünyaya, değerinde değer verir, ahirete de sonsuz olduğu için o kadar değer verir ve değerlendirir. Çünkü bu dünya, her şeyi ile fanidir, geçicidir. Gençlik fanidir, sıhhat fanidir, mal mülk fanidir, mevki makam fanidir, dünyaya ait olan her ne varsa hepsi fanidir yani geçicidir. Hatta Allahu teala dünyayı şöyle tarif ediyor:
(Ali İmran-185)
''Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir.''

Ne diyor şair:
--Mal sahibi, mülk sahibi,
--Hani bunun ilk sahibi?
--Mal da yalan mülk de yalan,
--Var biraz da sen oyalan.

Demek ki her şey boş. Bu dünyadan yanımıza kalacak olan nedir? Kendi nefsimiz için öbür aleme yani ahirek yurduna gönderdiğimiz güzel amellerimizdir.

Allahu teala şöyle buyuruyor:
(Tevbe-111) ''Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.''

Yani Allahu teala insana bahşettiği lütfettiği malı, canı, ömrü, hayatı tekrar insandan cennet karşılığı satın almak istiyor. Yani Allahu tealanın bu nimetlerini Allah yolunda harcar, kullanırsan, bunun karşılığında Allah sana cennetini vaad ediyor. Zaten bunları veren Allah değil mi? İşte insan bu fani hayatını Allahın hoşnut olacağı bir şekilde değerlendirirse hem bu dünyada ve hem de asıl önemli olan ahiret yurdunda saadete ve selamete kavuşur.


5-Ölüm ve Sabır

Ölümün yüzü soğuktur. Efendimiz (SAV) bile hüzünlenip ağlamıştır. Efendimizin (SAV), eşi Mısır'lı Mariye'den bir oğlu olmuştu. O'nun doğumuna çok sevinmişti. O'na İbrahim adını vermişti. Hatta buyurmuştur ki; ''O'na babam İbrahim'in adını verdim.'' Ama bir gün küçük İbrahim hastalanır ve can çekişmeye başlar. Efendimizin (SAV) gözlerinden yaşlar boşalır. Nihayet emri hak vaki olur ve Küçük İbrahim ölür. Daha süt emen Küçük İbrahim'i babası efendimiz (SAV) kabre koyarken dilinden şu sözler dökülür. ''Gözümüz ağlıyor, gönlümüz mahzun. Fakat biz Rabbimize isyan olacak hiç bir şey söylemeyiz. Ah İbrahim. Senden ayrılışımız bizi ne çok üzdü, bir bilsen.'' Bu sözler evlatlarının veya yakınlarının ölümü ile imtihan olan bizler için de önemli bir misal.

Ölüm, dünya hayatını güzel ve çekici kılar. Çünkü ölüm anlaşılmadıkça hayat anlaşılmaz. Eğer dünya hayatı bitmeseydi, sonsuz olsaydı, ölüm olmasaydı ahirete nasıl geçilecekti? Oysa sonsuzluğun yolu ölümden ve kabirden geçer. Cennete ve sevdiklerimize kavuşmanın yolu ölümden ve kabirden geçmektedir. İnançlı bir insan, bir yakını öldüğü zaman kendisini teselli etmesini bilir. Çünkü bilir ki, o öldü, fakat yok olup gitmedi. Başka bir aleme uçtu. İnşallah cennete gitti. Beni orada bekliyor. Ben de bir gün oraya gideceğim ve onunla buluşacağız. Ama inançsız insan ise, sevdiklerinden ayrılmanın üzüntüsünü yaşar, ölen yakını gibi kendisinin de yok olup gideceğini zanneder ve bir gün bu kötü sonun kendisini de yakalayacağının hüznünü yaşar. Çünkü onlar ahiret hayatını inkar ederler.

Mazlum ve masum insanlar, zalimlerin zulmüne ve haksızlığına uğrar. Çile ve sıkıntı çekerler. Her şeye rağmen haksızlığa engel olamaz. Zalimden hakkını alamaz, masumiyetini kanıtlayamaz. Ama bilir ki ahirette gerçekler ortaya çıkacak, zalimden hakkını alacaktır. İşte bununla teselli olur. Veya başına bir doğal felaket gelir. Yangın, hastalık veya derpem gibi bir felaket sonucunda bütün varlığını kaybedebilir. Ama inançlı insan bu durum karşısında bile kendisini kaybetmez ve kendisini yiyip bitirmez. Çünkü kaybettiği şeylerin kendisi için sevap kazanmaya vesile olduğunu bilir ve teselli olur. Çünkü bilir ki sabır günahlarını yok eder ve sevaplarını artırır.

İnsan bu dünyada her ibtediğini elde edemez. Ama inançlı bir insan elde edemediği her şeye ahirette yani cennette kavuşacağına inanır. Bollukta da darlıkta da Allaha şükreder, sıkıntı ve darlıkta sabreder, Allaha isyan etmez. Çünkü bunun mükafatını düşünür.


6-Herkes Öldü, Herkes Ölecek.

(Ali İmran-185) ''Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir.''

Arif diyor ya;
--Sakın bu dünya kendinin sanıp aldanma,
--Hepsini bırakıp, hiç olup söneceksin,
--Ey aciz ve çaresiz! Boşuna gururlanma,
--Çıplak geldiğin gibi çıplak döneceksin.

Her insan için yolun bir sonu vardır. Ömrünün bitiş noktası vardır. İnsan vardır ki ömrünü Allaha adamış, O'ndan gelmiş ve tekrar O'na döneceğini bilir. Ölümü, kabri, yeniden dirilişi, mizanı, hesabı gününü, sıratı ve Allahın huzuruna çıkmayı aklından çıkarmamış, dünyada bir misafir olduğunu unutmamış, Allahın müsade ettiği kadar, dünyadan da nasibini ihmal etmeyerek Allaha kulluk vazifesini yerine getirmiş ve ömrünün hitamında ahirete göçmüştür. İşte o insan kurtuluşa ve ebedi saadete ermiş insandır.

İnsan da vardır ki, ömrünü sadece nefsinin emirleri peşinde tüketmiş, nefsine kul olmuş, sadece dünya için yaşamış, Allahın emirlerinden uzak, Allaha kulluk borcunu ifa etmeden bu dünyadan eli boş ayrılmıştır. İşte bu durumdaki insanlar kendilerine çok ama çok yazık etmişlerdir. Ama onlar için artık çok geç. Pişmanlık da fayda vermeyecektir.

(Ahzab-16) ''(Resûlüm!) De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir.''

Hadis: ''Dilediğin gibi yaşa. Muhakkak öleceksin. Dilediğin kadar sev. Muhakkak sevdiklerinden de ayrılacaksın. Dilediğin kadar amel et. Muhakkak amel ettiğin kadar karşılık bulacaksın.''

Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Keriminde insanın boşuna yaratılmadığını ve başıboş bırakılmadığını bildirmektedir. Ve her nefis de ölümü tadacak, inanan ve iyi amellerde bulunanlar mükafatlandırılacaklar, kafirler ve zalimler de cezalandırılacaklardır. Allahu teala bu dünyayı bütün ihtişamıyla geçici bir zaman dilimi için yaratmıştır. Ve hayat gerçekten de üç günlüktür. Doğduğumuz gün, öldüğümüz gün ve arada kalan bir gün. Bütün dünya yok olacak dağlar, taşlar, yerler gökler parçalanacak ve bütün canlılar ölecek, sadece Allah baki kalacak.

Bu dünyaya nice nice insanlar geldi gittiler. Kibirlenenler, tanrılık iddiasında bulunanlar da öldü. Zalimler de öldü Nemrutlar, Firavunlar, Şeddatlar, Karunlar, Ebu Cehiller, Neronlar ve daha niceleri geldiler ve gittiler. Yani onlarda öldüler. Hatta onlardan isimlerinden başka birşey kalmadı. Onlar da insandı ama kendilerini insan üstü gördüler. Nemrut, Hz. İbrahimi (AS) yakmak için kendince bir cehennem yaptı. Ama malikül mülk olan Allah (CC) Onun cehennemini bir gül bahçesine çevirdi. O, Hz. İbrahimi (AS) yaptığı cehenneminde yakamadı ama bir küçük sivrisinek O'nu devirmeye yetti. Şeddad, kendine göre güya bir cennet yaptı. İrem bağları. Ama şimdi İrem bağları sade bir masal olarak kaldı. Firavun, Allaha isyanda öylesine ileri gitti ki, ''Ben sizin en büyük Rabbınızım'' dedi. Ama cehenneme bir kütük gibi yuvarlandı gitti. Kötü bir isimden başka geriye ne kaldı? Ebu Cehil, Ebu Leheb, Müseylemetül Kezzab. Hepsi öyle. Şimdi onların Allaha isyanla özdeşleşmiş adlarından başka bir şey kalmadı. Hepsi gittiler, hepsi kabir çukurunda çürüdüler veya haşarata yem oldular.


Allahın sevgili kulları da öldü. Çünkü Allahu teala dünyada kimseye ebedilik vermedi.
(Enbiya-34) ''(Habibim!) Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedîlik vermedik.'' Alimler, arifler, abidler, şehitler, gaziler de öldü. Peygamberlerde öldü. Sahabe-i kiram'da öldü. Kainatın efendisi, yaratılış sebebi Hz. Muhammed' de (SAV) Peygamberimiz de öldü, vefat etti. Burada ders alınması gereken, ibretle düşünülmesi gereken bir husus var. Hiç kimse çocuğuna Nemrut, Şeddat veya Firavun ismini vermez. Veya diğer zalimlerin isimlerini vermez. Ama bir İbrahim, bir Musa, bir Ali, bir Muhammed isimlerine fevkalade rastlayabiliriz. Çünkü onlar Allahın sevgili kulları idi. Müslümanlar, bu mübarek insanların isimlerini duydukları zaman saygı ve hürmet gösterirler, selam ve salat okurlar. İşte fark burada.

Şairini dediği gibi;
--Cümle halk, ehli seferdir devri Adem'den beri,
--Kapılmış pençe-i mevte günde bin kervan gibi,
--Ama baki kalan, bu kubbede hoş bir sada imiş.

Bütün insanlar, Hz. Adem'den (AS) beri ölümün pençesine kapılmış binlerce kervan gibi yolcudur. Ama baki kalan bu gök kubbede hoş bir sada, eser, geçmiş bırakmaktır.

Bu gökkubbede hoş bir sada bırakıp da gidenler, kıyamete kadar güzellikle yad edilecekler. Ne mutlu onlar ve onlar gibi olabilenlere.


7-Müslüman Ölümden Tedirgin Olmaz.

Ahiret hayatı yani öldükten sonra dirilmeye inanmak, imanın esaslarından birisidir. Mü'min, iman ve kur'an ahlakıyla yaşamasının mükafatını ahirette görecektir. Allahın bu lütfuna nail olacağına inandığı için ölüm onu tedirgin etmez. Günah işlese de ondan pişmanlık duyar, utanç duyar. Tevbe ve pişmanlık duygusu her daim yüreğindedir. Rabbinden korkar ve bununla birlikte O'nun engin rahmetinden de ümidini kesmez ve her daim Rabbine sığınır. Günah işlediği zaman, ''nasıl olsa tevbe ederim'' diyerek umursamazcasına tekrar tekrar günaha dalmaz. Çünkü hiç kimse ölümünün ne zaman geleceğini bilemez.

Ne diyor şair N. Fazıl:
--Öleceğiz, müjdeler olsun, müjdeler olsun
--Ölümü öldüren Rabbe secdeler olsun.

Ölüm, ölünceye kadardır. Bir insan düşünün, suya atlamak için bekler ama içinde bir ürperti vardır. Ama bu suya mecburen atlayacaktır. İşte atladıktan sonra suya değeceği zamana kadar geçen an. Yani sekerat anı. Suya girdikten sonra zaten her şey değişiyor. Üzüntü ve ürperti geride kalıyor.


8-Ölüme hazırlıklı Olalım

Hadis: ''Allaha muhtaç olduğun kadar amel et. Cehenneme tahammül edeceğin kadar günah işle.''

Hoca, öğrencilerine sormuş:
--Yarına çıkamayacağınızı bilseniz (öleceğinizi bilseniz) ne yapardınız? Herkes bir şeyler söyler. Kimi sabaha kadar namaz kılarım, kimi sabaha kadar Allahı zikrederim, kimi sabaha kadar tevbe ederim, dua ederim, vs. Hoca öğrencilerine diyor ki;
--Peki bütün bunları yapmak için neden ölümü bekliyor sunuz?

Allah indinde her canlı için tâyin edilmiş bir ecel vardır. Eceli geldiğinde onun dünya hayatı son bulur.

(Nahl-61) "Eğer Allah, insanları, yaptıkları her haksızlıkta cezalandırsaydı, yeryüzünde tek canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir süreye kadar erteler. Ecelleri (süreleri) geldiği zaman da bir an dahi ne geri kalırlar, ne de ileri geçerler"

Öyleyse aklımızı başımıza almamız gerekir. Ölüm bizi bekliyor. Bu hakikati hatırımızdan bir lahza da olsa çıkarmamalıyız. Efendimiz (SAV) buyurdu ki; ''Lezzetleri acılaştıran ve yıkan ölümü çok ca hatırlayınız.''

Ondan kaçış yok. Allahın emirlerine sımsıkı sarılalım. Resulünün sünnetinden ayrılmayalım. Şayet ömrümüzü Allahın istediği çizgide harcarsak, Cenabı Haktan beratımızı almış oluruz. Ama ömrümüzü gaflet ve sefahat içerisinde geçirirsek o zaman da belkide idam kararımızı almış oluruz.

Ne diyor Allah dostu.
--Ey insan! Sen doğduğun zaman, ağlıyordun ama yanında bulunan anne, baban, akrabaların seviniyor, gülüşüyorlardı. Öyle bir hayat yaşa ki sen öldüğün zaman o akrabaların ağlarken sen gülesin.''.

Hadis: ''Kıyamet günü sorguya çekilen her kul, kendisine dört sual sorulmadıkça Allahın yüce makamından, ayrılmaz. Vaktini nerede tükettiğinden, gençliğini nerede yıprattığından, malını nerede kazanıp nerede harcadığından, bildiği ile ne amel işlediğinden.''

Öyleyse yaşantımıza çeki düzen vermemiz gerekmez mi? Attığımız her adımın, konuştuğumuz her kelimenin hesabını vereceğimiz o gün bizi bekliyorsa, şimdiden kendimizi hazırlamamız gerekmez mi?

Geçmiş zamanın birinde aynı mahallede oturan iki adam vardı. Onların çocuklukları da o mahallede geçmişti. Bu samimi arkadaşlardan birisi babasının yolundan gidip tüccar, diğeri ise okuyup alim olmuştu. Artık araları eskisi gibi değildi. Tüccar olanı aşırı mal şımartmış, dinden uzaklaştırmıştı. Zamanla Allah’ı da inkar eder hale gelmişti. Arkadaşı buna çok üzülüyor, düzelmesi için dua ediyordu. Kaç defa yanına gitmiş ve onunla sohbet etmişti. Bir keresindeyine ona nasihat verirken şu tpkiyle karşılaşır: --Arkadaşım! Boş ver bu eski lakırdıları. Dünyaya bir kere geliyorsun. Her şey burada yaşanıp bitecek. Başka dünya falan yok. Bende çok büyük bir hatırın var. O yüzden bırak bu hikayeleri de beni rahat bırak, diyordu. Aradan yıllar geçti ve her iki arkadaş da ölüm döşeğindeydi artık. Kısa bir zaman sonra da sırayla hayata gözlerini yumdular. Alim zat, omuzlar üzerinde mezarlığa doğru götürülüyordu. Hadisi şeriflerden okuduğumuza göre mü'min, mezarına doğru yaklaşırken mezarının cennet bahçelerinden bir bahçe olduğunu görecektir. Bu alim zat da belkide kendisini taşıyanlara şöyle diyordu:
--Çabuk olun, daha çabuk, acele edin! Beni hemen yerime ulaştırın!
Bir an önce kendisi için hazırlanan o güzel ortama kavuşmak isteyecekti.
Kısa bir zaman sonra ise inkarcı tacir tabutun üzerinde mezarlığına doğru getiriliyordu. Yine hadisi şeriflerden öğrendiğimize göre, inkarcılar, gözlerini bu dünya hayatına yumduktan sonra inkar ettiği gerçek hayatı göreceklerdir. Belki de bu tüccar da gerçekleri görünce çok pişman olmuş olmalı ama artık iş işten geçmişti. Belkide şöyle sesleniyordu:
--Eyvah nereye gidiyorum! Beni nereye götürüyorsunuz? Ben o cehennem çukuruna giremem.
Ancak tüccarın sesini oradakilerin hiçbiri duymuyordu.

Nitekim bir hadislerinde Allah Rasulü şöyle buyuruyordu: “Onun çığlıklarını her şey işitir; ancak insan hariç. İnsan bu çığlığı ve feryadı işitseydi dengesini kaybeder ve kendine gelemezdi.”

Artık her şey bitmiştir. Onlar gerçek ve ebedi aleme göçmüşlerdi. O alemde herkes burada yaptığının karşılığını bulacaktı. Ne mutlu, bu dünyayı bir imtihan dünyası olarak görüp ona göre hareket ederek cenneti kazananlara.

9-Ölüm Mü'min İçin Bir Mükafat

Fuzuli der ki; ''Ölüm, ruhun aslına dönüşüdür.'' Ölüm sonsuzluğa açılan mü'minin asıl yurdu olan ahirete açılan kapıdır. Ölüm sonsuz sondur. Allahu teala bizi ölümle huzuruna alacak ve hesaba çekecektir. Ölüm, hidayet ehli için, kur'an ehli için hakiki vatanımıza ve ebedi saadet makamımıza girmeye vesiledir. Ölüm biz mü'minler için dünya zindanından, cennet bahçelerine bir davetiyedir. Efendimiz (SAV) buyurdu ki; ''Dünya mü'minin zindanı, kafirin cennetidir.''

Bir gün islam hükümdarlarından birisi Bağdat sokaklarında adamlarıyla birlikte dolaşırken, bir yahudi önüne geçer ve hükümdara şöyle der:
--Hükümdar! Müsade ederseniz size bir şey soracağım. Hükümdar;
--Buyur sor . der. Yahudi;
--Ben şurada lağım temizliyorum. Siz ise at üzerinde böyle debdebe ve saltanatla gezip yürüyorsununuz. Sizin Peygamberiniz diyor ki; ''Dünya mü'minin zindanı, kafirin cennetidir.'' sizler de böyle söylüyorsunuz. Halbuki sizin bu halinizle benim bu halim bu hadise ve sizin söylediklerinize uymuyor.
Hükümdar cevaben der ki;
--Ey Yahudi! Bu benim saltanatım ahirete nisbetle bir hiçtir. Allah ahirette mü'min kulları için akla, hayale gelmeyen nimetler hazırlamıştır. Ahiret hayatına göre bu benim hayatım bir zindan hayatıdır. Senin şu haline gelince, sende ahiret azabına göre bu halinle cennettesin. Ahiretteki derdin, azabın daha çok olacak. Çünkü kafirsin. demiş.
Yahudi bu sözleri dinleyince hemen hükümdarın ayaklarına kapanmış ve müslüman olmuş.


10-Ölünce Ne Olacağız?

Ölüm, hayat vazifesinin ağırlığından terhis olmaktır.
Ölüm biz mü'minleri inşallah sevdiklerimize kavuşturacaktır. Çünkü sevdiklerimiz oradadır. Ölüm bizleri alimlere, abidlere, ariflere götürecektir. Ölüm, bizi inşallah tabiine, sahabe-i kirama, ehli beyte götürecektir. Ölüm, bizi inşallah Hz. Ebu Bekir'e, Hz. Ömer'e, Hz, Osman'a, Hz. Ali'ye götürecektir. Ölüm bizi inşallah peygamberlere götürecektir. Ölüm bizi inşallah sevgililer sevgilisi Hz. Muhammed'e (SAV) götürecek ve hasretimiz bitecektir. Ölüm bizi inşallah Rabbimize götürecektir. Rabbimizin cemalini temaşa etmeye götürecektir. Ölüm, biz mü'minleri inşallah ölümsüzlüğe götürecektir.

Ne diyor şair Necip Fazıl:
--Ölüm güzel şeydir, budur perde arkasından haber,
--Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?

Demek oluyor ki müslüman için ölümden korkmaya, kabirden ürkmeye gerek yok. Çünkü ölüm bizi, Allahın huzuruna çıkaracak, peygamberimize ve evliyalara kavuşturacaktır. Hz. Mevlana, ölüm anını düğün gecesine benzetiyor. Şeb-i Arus. Sevgiliye kavuşma anı. Allah bizimle birlikte olduktan sonra ömür de hoştur, ölüm de hoştur. Allahı sevenler, ölümü bir kurtuluş, Allaha kavuşma vesilesi olarak bilirler.

Allahu teala bir kutsi hadisi şerifte şöyle buyuruyor: ''Kulum bana kavuşmayı severse, ben de onun bana gelmesini severim. Fakat bana kavuşmayı sevmez, hoşlanmazsa ben de onun bana kavuşmasını sevmem.''

Durum bu iken, Allaha yönelip Allah için çalışmalıyız. O'nun rızası dairesinde hareket etmeliyiz.
Ölüm, mü'min için dünyanın sıkıntı ve meşakkatinden kurtulup, mutlu bir ebedi hayata geçmektir. Her kim sonsuz hayata ciddi olarak yönelmiş ise dünya ve ahiret saadetine mazhar olmuştur. Dünyası ne kadar sıkıntılı ve sorunlu geçerse geçsin, dünyasını cennetin bekleme salonu olarak görür ve bütün sıkıntılara sorunlara göğüs gerer, hoş görür, tahammül eder, sabırla şükreder. Ama islam hayatından kopmuş, iman ve islamdan çıkmış olanlar için ise acı veren korkunç bir sondur ölüm. Bütün sevdiklerinden bir daha görüşmemek üzere ayrılmaktır. İşte günahla zehirlenmiş, kötülüklerin bataklığında kirlenmiş ruhlar, ne yazık ki cehenneme düşecektir.

Dünya hayatı ancak ölümle anlam bulur. Ölüm olmadığını düşünelim. Bu hayat çekilir miydi? Yaşlılıkla, müsibetle, hastalıkla ağırlaşan hayat çekilmez bir hal almaz mıydı? Hz. Adem'den (AS) bu güne kadar bütün insanların ölmediğini düşünelim. Dedelerimizin, onların dedelerinin, onların dedelerinin yaşadığını düşünelim. Dünya dar gelirdi. Evler almaz, hayat yaşanmaz olurdu. Çünkü dünyanın büyüklüğü sınırlı. Demek ki ölüm bir mükafat olduğu gibi bir nimettir.


11-Ölümün Dehşeti

(Fussilet-30) ''Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin." (Açıklama: Melekler, ayette vasıfları belirtilen mü'minlere, zikredilen müjdeleri ölüm sırasında vereceklerdir. Dosdoğru yolda yürümek, imanda sebattır. Bunu Hz. Ebubekir; söz ve davranışla düzgün olmak, Hz. Ömer; münafıklık etmemek, Hz. Osman; amelde ihlaslı olmak, Hz. Ali; farzları eda etmek, şeklinde yorumlamıştır. Meleklerin, ''Korkmayın“ müjdesi, ölüm sonrası ve geçmiş amellerle ilgilidir. ''Tasalanmayınız“ diye müjdeleri ise, geride bırakılan evlat ve aileleri ile ilgilidir.) 31- "Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı herşey sizindir ve istediğiniz herşey de sizindir." 32- "Çok bağışlayan, çok esirgeyen (Allah)tan bir ağırlanma olarak."
(Vakıa-83) ''
Hele can boğaza dayandığı zaman, 84. O vakit siz bakar durursunuz. 85. (O anda) biz ona sizden daha yakınız ama göremezsiniz. (Açıklama: Can çekişen kimsenin etrafındakiler bakıp gözlerken, Cenabı Hak ona ilim, kudret ve tasarrufu
ile daha yakındır. Amam insanlar bunun farkına varıp göremezler.) 86. Madem ki ceza görmeyecekmişsiniz 87. Onu (canı) geri çevirsenize, şayet iddianızda doğru iseniz!''


12-Ölümden Kaçış Yok

Allaha dönüş her insan için kaçınılmaz bir mukadderattır. Varılacak son duraktır. Ve o son durakta dünya hayatının hesabı görülecektir. Allahu tealanın kuracağı mahkeme, dünya mahkemelerine benzemez. O mahkemeyi kazanmak da dünya hayatındaki kazanımlarımıza bağlıdır. Ölümden kaçış yok. Ölmemeye çare yok. İlim adamları yıllardan beri ciddi çalışmalar yapıyorlar. Amaç, ölüme çare bulmak veya insanları daha uzun yaşatabilmenin formülünü bulabilmek. Ne yazıkki bu güne kadar bu çalışmalar bir sonuç vermedi. Veremez de. Çünkü Allahu teala şöyle buyuruyor:
(Enbiya-34) ''Biz senden önce de hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar ebedi mi (ölümsüz mü) kalacaklar? 35-Her nefis ölümü tadacaktır. Nasıl davranacağınızı görelim diye sizi hem kötülük ile hem de iyilik ile sınavdan geçiririz. Sonunda bize döndürüleceksiniz.''

Allahu teala burada peygamberimize ve O'nun şahsında bizlere hitap ediyor. Ey Habibim, senden önce hiç bir kimsenin sonsuza kadar yaşamasına izin vermedik. Herkes fanidir. Başlangıcı olan her şeyin sonu da vardır. Allahın en sevgilisi Hz. Muhammed de öldüğüne göre siz sonsuza kadar mı yaşayacaksınız? Sonsuza kadar yaşayamayacaklarına göre niye ölüme hazırlıklı olarak yaşamıyorlar? Niye gözlerini açmıyorlar? Niye akıl fikir etmiyorlar? diyor.

İşte bunun gibi bir çok ayeti kerimede insanın ölümlü olarak yaratıldığı ve eceli geldiğinde mutlaka bu gerçekle yüz yüze kalacağı bildirilmektedir.
(Nisa-78)''Nerede olursanız olun ölüm size ulaşr sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!
Her ne kadar düşenmesek de aklımıza getirmek istemesek de, hatta kabullenmesek de gerçek budur. Hepimiz ölümlüyüz ve çok uzun zannettiğimiz dünya hayatı da oldukça kısa.

(Rum-19) '' Ölüden diriyi, diriden ölüyü O çıkarıyor. Yeryüzünü ölümünün ardından O canlandırıyor. İşte siz de (kabirlerinizden) böyle çıkarılacaksınız. (Açıklama: Ayette, öldükten sonra dirilmenin hiç de öyle akıl almaz bir şey olmadığı, yeryüzündeki sürekli yenilenme olaylarına işaretle özlü bir şekilde anlatılmaş olmaktadır. Gerçekten kupkuru topraktan ve ağaçlardan yemyeşil bitkiler ve yapraklar, rengarenk çiçekler ve meyveler çıkaran İlahi kudret için, yoktan var ettiği insanı tekrar diriltmesinin zor olacağı düşünülemez. Sayısız ba's-ba'del mevt (öldükten sonra dirilme) olayına sahne olan yeryüzüne bir kez ibretle bakıvermek bile, Allahın kudretini kavramak için yeterlidir)

(Vakıa-57) ''Sizi biz yarattık. Tasdik etmeniz gerekmez mi? 58. Söyleyin öyleyse, (rahimlere) döktüğünüz meni nedir? 59. Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz? 60. Aranızda ölümü takdir eden biziz. Ve biz, önüne geçilebileceklerden değiliz. 61. Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir âlemde tekrar var edelim diye (ölümü takdir ettik). 62. Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi? 63. Şimdi bana, ektiğinizi haber verin. 64. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? 65. Dileseydik onu kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız. 66. "Doğrusu borç altına girdik. 67. Daha doğrusu, biz yoksul kaldık" (derdiniz). 68. Ya içtiğiniz suya ne dersiniz? 69. Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? 70. Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi? 71. Söyleyin şimdi bana, tutuşturmakta olduğunuz ateşi, 72. Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? 73. Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlerin istifadesi için yarattık. 74. Öyleyse ulu Rabbinin adını tesbih et.

Rabbim bizleri ölümü, Allaha ve O'nun elçisine Hz. Muhammed'e (SAV) kavuşma vesilesi sayan ve ölümü gülerek karşılayan kullarından eylesin. Amin.

 

13-Kabir Hayatı

Allahu teala şöyle buyuruyor:
(Rahman-26)
Yer yüzünde bulunan her canlı yok olacak. 27. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak.
(
Ahzab-63) İnsanlar sana kıyametin zamanını soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Allah katındadır. Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır.

Ölümden sonraki hayat iki aşamada gerçekleşecektir. Yani insan, öldükten sonra iki alemden geçecektir. Birincisi kabir alemi, diğeri de ahiret alemidir. İnsanın ölümüyle bedenden ayrılan ruh, ahiret aleminin başlangıcı olan kabir hayatını yaşar. Kabir alemi de dünya gibi geçicidir ve sona erecektir. Ahiret alemi ise bakidir ve hiçbir zaman sona ermeyecek ebedi bir alemdir. Kabir hayatı Berzah hayatı demektir. Berzah kelime olarak iki şey arasandıki perde demektir. Yani ölümden sonra ruhların kıyamete kadar kalacakları alemdir. Yani kabir hayatıdır. Yani dünya ile ahiret hayatı arasında bir koridor, bir bekleme salonudur. Daha açıkcası ölüm ile başlayıp yeniden dirilişe kadar geçen zamandır Berzah..

Allahu teala şöyle buyurur:
(Mu'minun-100) ''Onların gerisinde ise yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.“

Kabir azabının varlığına Kur'anı kerimde işaret edilir. Allahu teala şöyle buyurur:
(Mu'min-46) ''Onlar (Firavun ailesi) sabah akşam ateşe arz edilirler. Kıyamet koptuğu gün de (görevli meleklere;) -Firavunun adamlarını azabın en ağırına sokun- denilir.''

Bu ayeti kerimede kıyamet kopmadan önce açık ber şekilde azabın varlığından bahsediliyor. Ve bu azap da kabir azabından başka bir şey değildir. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur: ''Kabir (Berzah) ahiret duraklarının ilkidir. Orada kurtulana ondan sonrası daha kolaydır. Eğer orada kurtulamazsa ondan sonrası daha zordur.''

Kabir, imansız bir kimse için korkunç ve çürüten bir yer olarak görülür. Ama mü'minler için ise ebedi saadet yurduna açılan sevimli bir bekleme salonudur. Ve kabir azabı imansız kimseler içindir. Mü'minler için kabir azabı yoktur. Sevgili Peygamberimiz (SAV) ise şöyle buyurur: ''Kabir (her insan için dünyadaki durumuna göre) ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.''

Allahu teala şöyle buyuruyor:
(Mu'min-11) ''Onlar; Rabbimiz bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bir dana (bu ateşten) çıkmaya yol var mıdır? Derler.''

Açıklama: Burada geçen birinci ölüm, dünya hayatının sonunda gekçekleşecek olan ölümdür. İkinci ölüm ise kabirde ilk sorgu yapıldıktan sonra vuku bulacaktır. Birinci dirilme, kabirde sorgulama için olacak dirilmedir. İkinci dirilme ise kıyametten sonraki ebedi hayat için olacak diriliştir. İnkarcıların ateşten kurtulmak için sordukları yol ise er veya geç cehennemden çıkış, Allaha itaat ediş veya Allaha kulluk etmek için tekrar dünyaya dönüş çarelerini aramalarıdır.

Her insan kabir hayatını yaşayacak ve ardından dirilecektir. Mevlana şöyle der: ''Hangi tohum yere atıldı da bitmedi? Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun? İnsan ister suda boğulsun, ister yansın kül olsun, ister vahşi hayvanlar tarafından yenilsin, ister toprağa verilmiş olsun bu böyledir. Bu ara alemde inkarcılar acı ve sıkıntılı bir hayat yaşayacak, inananlar ise amellerinin durumuna göre mutlu bir hayat yaşayacaklardır.

Kabirde sorgu sual vardır. Münker ve Nekir adlı iki meleğin insanlara; ''Rabbin kim? Peygamberin kim? Kitabın ne? Dinin ne? Gibi sorular soracakları ve alacakları cevaba göre muamele görecekleri hadisi şeriflerde belirtilmiştir. Dünyada iken iman edip iyi işler yapanlar, bu sorulara doğru cevap verirler. İmanı tam olmayanlar ise bu sorulara doğru cevap veremezler.

(Bakara-28) ''Siz ölü iken sizi dirilten (dünyaya getirip hayat veren) Allahı nasıl inkar edersiniz? Sonra sizi öldürecek ve tekrar sizi diriltecek ve sonunda O'na döndürüleceksiniz.'' Açıklama: Burada insan hayatının üç safhası anlatılıyor. 1-İnsanın yoktan yaratılması, 2-Ölümü, 3-Ahirette tekrar diriltilmesi. Hepsi haktır ve gerçektir.'' Amenna ve saddakna.
(En'am-98)
''O sizi bir tek nefisten (Adem'den) yaratandır. Sizin için bir kalma yeri bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır. Anlayan bir toplum için ayetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık.'' Açıklama: Alimlerimiz, buradaki kalma
yerinden maksat, babaların sülbü veya yeryüzü olarak açıklamışlar. Emanet olarak kalınacak yer ise ana rahmi veya mezar (kabir) şeklinde beyan etmişlerdir.


14-Yeniden Diriliş ve Haşr

Allahu teala bizi annemizin karnında dokuz ay özenle besleyip geliştirdi. Sonra da doğumla bizi dünyaya getirdi. Dünyaya gelirken ağladık. Ama bu dünya anne karnından daha güzel bir dünya olsaydı ağlar mıydık? Ölümle ikinci bir defa daha doğacağız. Ama bu artık bir ölümsüz bir dünyaya doğum olacaktır. Çünkü ölümsüzlüğe doğacağız. Gerçek vatanımıza (inşallah cennete) doğacağız.

Allahu teala insanları tekrar diriltip hesaba çekeceğine söz vermiştir. Bunu gönderdiği bütün peygamberler ve kitaplar aracılığı ile bildirmiştir. Allahu teala hikmet sahibidir. Hiç bir şeyi boş ve anlamsız yaratmamıştır. Şu güzelim dünyayı da, en mükemmel varlığı insanı da boşuna yaratmamıştır. Bir bahçıvan düşünün, binbir emek vererek özenle kurduğu bahçesini bağını ateşe verip yok eder mi? İşte Allahu teala da en mükemmel varlığı insanı toprakta çürütüp yok etmek için yaratmamıştır. Bilakis ahirette yepyeni ve sonsuz bir hayat için yaratmıştır. İşte öldükten sonra dirilmek, ölüm gerçeği kadar inkar edilemez bir hakikattir. Geceden sonra sabahın geleceği nasıl kesin ise, Kış'tan sonra baharın gelmesi ne kadar kesin ise, uykudan sonra uyanmak ne kadar kesin ise öldükten sonra dirilmek te o kadar kesin ve haktır. Her şey ahiretin yani öldükten sonra dirilmenin varlığını gerektiriyor. Allahın varlığını kabul edip te ahireti inkar etmek, güneşi kabul edip te ışığını inkar etmek gibi akıl dışı bir olaydır. Dünya hayatında huzur, ancak ahiret inancının varlığı ile kazanılır. Ahiret inancı insanlığa huzurlu bir dünya hayatı sunan muhteşem bir inanç sistemidir. Ahiret inancı olmadan hayattaki hiç bir şeyin anlamı olmaz ve hayatta tam bir zulüm ve haksızlık hakim olur. Hayatın bir anlamı olamayacağı gibi insanın hayatına tam bir boşvermişlik, haksızlık ve zulüm hakim olur. Bu da insanı büyük bir ümitsizliğe ve bunalıma sürükler. Dünyaya şöyle bir bakınız. İnsanlar farklı farklı konumdalar. Kimi iyi, kimi kötü, kimi zalim, kimi mazlum, kimimiki hasta, kimi sağlıklı, kimi zengin, kimi fakir, kimi hakim, kimi mahkum. Bütün bunların hepsi bir imtihan içindir.

Bundan dolayıdır ki ahiret inancı, fakiri zenginle, zayıfı güçlüyle, amiri memurla kardeş eder. Rablerinin huzurunda eşitler. Ancak bu imanla toplum huzur bulur. Ama ahiret inancı olmayan toplumlarda gücü elinde bulunduranlar, alttakileri ezme hakkını kendilerinde görürler ve bunu acımadan uygularlar. Ama her iki sınıf da Allahın huzurunda verecekleri hesaptan asla kurtulamayacaklardır.
(Zilzal-7) ''Kim zerre miktarı iyilik yaparsa onu görür, kim zerre miktarı kötülük yaparsa onu görür.'' Yani yapılan hiç bir fiil karşılıksız kalmaz ve mutlaka karşılığını bulur.
(İsra-19) ''
Kim de ahireti isterse ve mümin olarak kendine yaraşır bir çaba ile onun için çalışırsa, öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir. ''

Bütün bunlar Rabbimizin vaadidir. Eğer öldükten sonra tekrar diriliş olmasaydı, dünyanın bir anlamı olmazdı. Eğer iyiler iyiliğinin mükafatını, kötüler de kötülüklerinin cezasını görmeyecek olsalardı bu durum Allahın adaletine aykırı olurdu. Bundan dolayı Allahu teala tekrar dirilmeyi ve bir hesap gününü yaratmıştır.
Rabbimiz şöyle buyuruyor:
(Tegabun-7) ''
İnkâr edenler, katiyyen diriltilmeyeceklerini sandılar. De ki: "Hayır! Rabbim hakkı için mutlaka diriltileceksiniz, sonra yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu, Allah'a göre kolaydır".


Kıyametin kopma zamanı gelince İsrafil (AS) adlı melek, sur adı verilien bir alete üfleyecek, böylece bütün kainat alt üst olacak ve bütün canlılar ölecek. Bu durum kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılır: (Zümer-68) ''Ve sûra üflenince, Allahın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölecektir. Sonra ona bir daha üflenmiştir. Bu defa da hep onlar kalkmışlar bakıyorlardır.'' (Açıklama: birinci sur'da, Allahın dilemesi ile ölmeyip kalanların; Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail veya hamele-i Arş ya da rıdvan melekleri, huriler, cennetin hazinedarları melekler ile cehennem bekçileri olan zabaniler olduğu belirtilmiştir. Bu ayeti kerimeden anlaşıldığı üzere sur'a üfürüş ikidir. Birincisi ölüm sur'u, yani bütün canlılar ölecek, ikincisi ise ba's yani dirilme surudur.

Yani bu ikinci sur ile yepyeni bir dünya kurulacak ve Allahu teala Hz. Adem (AS)'dan kıyamete kadar bütün ölmüşleri yeniden diriltecektir. Bu inanç bütün semavi dinlerde vardır. Bu inanç ahiret inancının temelini oluşturur. Bu gerçeğe kur'an-ı Kerim'de bir çok ayeti kerimede işaret edilir.Bütün varlıkların tekrar dirilmesindeki hikmet, hesaba çekilmektir. Çünkü Kur'an-ı Kerimde de belirtildiği üzere, insan boşuna yaratılmamış ve başıboş bırakılmamıştır.

Haşr ise, kelime olarak toplanmak, bir araya gelmek demektir. Kıyamet günün dirilişi müteakiben bütün yaratılmışların toplanma yerine olan ''Mahşer Yeri''ne sevk edilmesi ve orada toplanması demektir. Melekler, insanlar ve cinler dirildikten sonra burada toplanacaklar. O dehşetli günde kur'an-ı kerimin ifadesiyle; (Nebe-40) ''Kafirler; keşke toprak olaydım.'' diye iç çekeceklerdir.

Haşr yerinde insanlar, dünyadaki yaşayışlarına göre muamele göreceklerdir. Peygamberimiz (SAV) buyuruyor ki: Nasıl yaşıyorsanız öyle ölürsünüz, ve nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.''

Allahu teala şöyle buyuruyor:
(Hud-103) ''O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür ve o gün bütün mahlukatın hazır bulunduğu gündür.''

(Tegabun-9:) ''Mahşer gününde sizi toplayacağı gün işte o zarar günüdür. Ancak kim Allaha inanır ve yararlı iş yaparsa Allah onun kötülüklerini örter. Onu ve benzerlerini içinde ebedi kalacakları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur.''

Bütün bu ayeti kerimelerden de anlaşılacağı üzere haşr, bütün insanların bir araya toplandığı, kimin kazanıp kimin kaybettiğinin ortaya çıkacağı bir toplanma yeridir.
(Ali imran-106) ''Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerinde karardığı günü (düşünün.) Yüzleri kararanlara; -İnanma-nızdan sonra kafirmi oldunuz? Öyleyse inkarınız yüzünden tadın azabı- denilir. (107) Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allahın rahmeti içindedirler. Orada ebedi kalacaklardır.''

Dünyada Allahtan yüz çevirenler ahirette kör olarak haşrolunacaklardır.
(Ta-ha-124) Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. (125) O, -Rabbim beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben hakikaten görür idim- der'' Haşrolunacakların yani dirileceklerin durumunu Peygamberimiz (SAV) izah etmiştir. Mahşer yerinin beyaz ve parlak bir düzlük olduğunu, insanların çıplak, yalınayak, sünnetsiz ve kusursuz olarak haşrolunacağını bildirmiştir. Ehli sünnet alimleri hayvanların da haşrolunacağını söylemişlerdir. Ama hayvanların haşri bir karşılık için olmayacak, Allahın suallerine cevap verdikten sonra toprak olacaklardır. Nebe süresinin son (40) ayetinde, şöyle buyurulur: ''O gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkarcı kişi -Keşke toprak olsaydım- diyecek- tir.'' (Yani insan hayvanların bu durumu-nu görünce, ''keşke hayvan gibi ben de toprak olsaydım'' diyecektir.

Yukarıda okuduğum Ta-ha süresinin 125. ayeti kerimesine tekrar dönelim. Kıyamet günü kör olarak haşrolunacak olan insan diyecek ki; ''Rabbim beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben hakikaten görür idim- der'' Allahu teala da buyurur ki; -İşte böyle. Çünkü sana ayetlerimiz geldi, ama sen onları unuttun. Bu gün aynı şekilde sen unutuluyorsun.''

Peygamberimizin (SAV) belirtiğine göre, O dehşetli günde yedi sınıf insan Arş'ın gölgesinde gölgelenecektir: bunlar; 1-Adaletli devlet başkanı ve yönetici, 2-Allaha kullut ederek büyüyen genç, 3-Kalbi cami ve mescitlere bağlı kimse, 4-Allah için birbirini seven ve bu uğurda bir araya gelip bu sevgi ile ayrılan iki kişi, 5-Makam ve itibar sahibi bir kadının beraber olma davetini; ''Ben Allahtan korkarım'' diyerek reddene kişi, 6-Sağ elinin verdiği sadakayı sol eli duymayacak şekilde gizli yardımda bulunan kişi, 7-Tenha yerde Allahı anarak gözleri dolu dolu olan kişi.

Kur'an-ı kerim kendine özgü metodlarıyla öldükten sonra dirilişi ispat eder. Bunun yanında öldükten sonra dirilişin bazı örneklerini de gösterir. Bakara süresinde Hz. Üzeyir (AS)'den bahsedilir. Hz. Üzeyir azığını almış bineğine binmiş giderken, evleri yıkılmış, harabe haline gelmiş orada oturanlardar kimsecikler kalmamış bir kasaba yıkıntılarının yanında konaklar. Etrafına şöyle bir bakınır ve bu şekilde ölenlerin nasıl dirileceğini düşünür. O anda uykusu gelir ve yatar uyur. Allah O'nun ruhunu alır ve yüz sene sonra diriltir. Dirildiğinde yiyecekleri hiç bozulmamıştır. Bineğinin ise ancak kemikleri kalmıştır. Ve o yıkık kasaba da imar edilmiştir. Uyandığı ilk anda bir gün veya bir günden daha az bir zaman uyuduğunu zanneder. Ama bineğine bakınca durumu anlar. Allahu teala Hz. Üzeyir'in (AS) gözü önünde bineğini yeniden diriltir. Böylece Hz. Üzeyir (AS) Allahın büyük kudret ve azametini gözleri ile görür. Kur'an-ı kerim'de bu olay şöyle anlatılır:
(Bakara-259) 259 - Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları, çatıları üzerine çökmüş (alt-üst olmuş) bir kasabaya (şehre) uğradı. "Ölümünden sonra allah bunları nasıl diriltecek?" dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı. Sonra tekrar diriltti. "Ne kadar kaldın?" diye sordu. O da: "Bir gün, yahut bir günden eksik kaldım." dedi. Allah buyurdu ki: "Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine, içeceğine bak henüz bozulmamış. Eşeğine de bak, Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk ve tekrar dirilttik.) Hele o kemiklere bak, onları nasıl birbirinin üzerine kaldırıyoruz? (düzenliyoruz.) Sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?" dedi. Böylece gerçek ona açıkça belli olunca: "Şimdi biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir." dedi. (Buna benzer bir başka olay da Hz. İbrahim (AS) ile ilgili anlatılır. Hz. İbrahim (AS) ölen bir canlının nasıl yeniden dirileceğini mekar etmiş ve bunun kendisine gösterilmesini Rabbinden istemiştir. Allahu teala da Hz. İbrahim (AS) in bu isteğine, Bakara süresi 260. ayeti kerimede belirtilen şu şekilde cevap vermiştir.) 260 - Bir zamanlar İbrahim de: "Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!" demişti. Allah: "Yoksa İnanmadın mı?" buyurdu. İbrahim: "İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın diye istiyorum." dedi. Bunun üzerine Allah buyurdu ki: "Öyle ise dört tane kuş yakala. onları yanına al, iyice tanıdıktan sonra (kesip) her dağın başına onlardan birer parça dağıt, sonra da onları çağır, koşa koşa sana gelecekler ve bil ki, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir."

Allahu teala burada da Hz. İbrahim'e (AS) maddi bir örnekle cevap vermiştir. Dirilişin mahiyetini izah etmemiştir. Çünkü insanın bilgi kapasitesi dirilme ve canlanma olayını kavramaya elverişli değildir. Kaldı ki peygamberlere verilen örnekler birer mucizedir. Bize düşen ise Allahın bizi öldürüp yeniden dirilteceğine ve bizleri hesaba çekeceğine şeksiz ve şüphesiz olarak inanmaktır.


15-Amel Defterlerinin Dağıtımı

İnsanlar mahşerde bir araya getirilip toplandıktan sonra, amel defterleri dağıtılır. Bu amel defterlerinde insanın dünyada iken sarf ettiği her türlü söz ve yaptığı her türlü fiil kaydedilmiştir. Bu defterlerin mahiyetini kimse bilemez. Ve dünya defterlerine de benzetemeyiz. Mahiyetini, şeklini, şemailini Allah bilir.

Allahu teala şöyle buyuruyor:
(İnfitar-10, 11, 12)
''Üzerinde bekçiler, değerli yazıcılar (Kiramen katibin) vardır. Onlar yapmakta olduklarınızı bilirler.)
(Kehf-48)
''Ve hep sıra sıra Rablerinin huzuruna çıkarılmışlardır. And olsun ki sizi ilk defasında yarattığımız şekilde bize geldiniz. Oysa size vaad edilenlerin tahakkuk edeceği bir zaman tayin etmediğimizi sanmıştınız değilmi?'' Açıklama: Bu ayetle ilgili olarak Kurtubi bir hadisi şerif rivayet eder ve bu hadisi şerifi bu ayeti kerimenin tefsiri olarak kabul eder. Hadisi şerif şudur: ''Kıyamet günü Allahu teala yüksek bir sesle seslenir ve şöyle der: -Ey kullarım! Ben Allahım. Benden başka ilah yoktur. Ben acıyanların en acıyanıyım. Ben hüküm verenlerin en adiliyim. Ben hesap görenlerin en süratlisiyim. Bugün size korku yok. Üzülmeyeceksiniz de. Delillerinizi hazırlayın kolay cevap verin.. Çünkü sorumlusunuz, hesaba çekileceksiniz. Ey meleklerim! Hesapları görülmek üzere kullarımı ayak parmakları üzerinde sıra sıra dikiniz.“

(Kehf-49) ''Artık kitap ortaya konmuştur. Suçluların onda yazılı olanlardan korktuklarını görürsün. -Vay halimize! Derler. Bu nasıl bir kitapmış, küçük büyük bir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş. Onlar böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin kimseye zulmetmez.''

Kur'anı kerimde amel defterlerinin cennetlik kullara sağ taraflarından, cehennemlik kullara da sol veya arka taraflarından verileceği haber verilir.
(İnşikak-7, 8, 9) ''Kimin kitabı sağından verilirse kolay bir hesapla hesaba çekilecek ve sevimli olarak ailesine dönecektir. (10, 11, 12) Kimin kitabı arkasından verilirse derhal yok olmayı isteyecek, alevli ateşe girecektir. Zira o dünyada ailesi içinde şımarmıştı.''

Amel defterleri sağ tarafından verilenler 'Ashab-ı Yemin,'' sol tarafından (veya arka tarafınran) verilenler ise ''Ashab-ı Şimal'' olarak adlandırılıyorlar. Amel defterlerinin sağ taraftan verilmesi iyi bir bonucun işareti, sol veya arka taraftan verilmesi ise kötü bir sonucun yani azabın işareti ve habercisidir.

Allahu teala bu hususta şöyle buyuruyor:
(Hakka-19, 20) ''Kitabı sağ tarafından verilenler, -Alın kitabımı okuyun. Doğrusu ben hesabımla karşılaşacağımı zaken biliyordum. Der.'' (25, 26) Kitabı sol tarafından verilenlere gelince o, keşke; der, bana kitabım verilmeseydi de hesabımın ne olduğunu bilmeseydim. (27, 28) Keşke o ölümle her şey (her iş) bitseydi. Malım bana hiç fayda sağlamadı.''

(İsra-71) ''Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağıracağımız o günde kimlerin amel defterleri sağından verilirse onlar en üçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklardır.“


16-Hesap ve Sual

Mahşer günü herkesin, Allah nezdinde yerine ve derecesine göre uzun veya kısa süren bir bekleyişi olacak. Mahşer yerinde insanlar, aracı olmaksızın Allah tarafından hesaba çekileceklerdir. Hadisi şeriflerde belirtildiğine göre mü'minlerin hesabı kolay olacak, inkarcılar, kafirler ise inceden inceye bir hesap ve sorgulamadan geçecekler.

''Mahkeme-i Kübra'' dediğimiz bu sorgulamada hiç bir şeyi inkar etmek mümkün olmayacaktır. Çünkü insanın eli, ayağı, gözü, kulağı, diğer azaları ve hatta günah işlediği yerler dile gelecek ve kendisi aleyhinde yaptıklarına tanıklık yapacaklardır.

Allahu teala şöyle buyuruyor:
(Fussilet-19) '' Allahın düşmanları ateşe sürülmek üzere toplandıkları gün hepsi bir araya getirilirler. (20) Nihayet oraya geldikleri zaman, kulakları, gözleri ve derileri işledikleri şeye karşı onların aleyhine şahitlik edecektir. (21) Derilerine; _Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz? Derler. Onlar da; -Her şeyi konuşturan Allah bizi de konuşturdu. İlk defa sizi o yaratmıştır, yine O'na oöndürülüyorsunuz, derler.'' Yani hesap ve sorgulama esnasında amel defterlerinden başka insanın uzuvları da yaptıklarına şahitlik edecektir.

(Zilzal-5, 6) ''Kim zerre kadar iyilik yaparsa onu görür, kim zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.'' Bu sorgu ve hesap esnasında insanlar şu beş şeyin hesabını vermeden bırakılmayacaklardır. 1-Ömrünü nerede tükettiği, 2-Gençliğini nasıl geçirdiği, 3-İlmini hangi yolda kullandığı ve onunla ne amel ettiği, 4-Malını nerede kazanıp nerede harcadığı, 5-Bedenini nerede kullanıp yıprattığı.

(Ankebut-4). ''Yoksa kötülükleri yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sandılar? Ne kadar kötü (ne yanlış) hüküm veriyorlar! 5. Kim Allah'a kavuşmayı umuyorsa, bilsin ki Allah'ın tayin ettiği o vakit elbet gelecektir. O, her şeyi işiten ve bilendir.''
Ahkaf-..:''
Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. Allah onlara yaptıklarının karşılığını verir. Asla kendilerine haksızlık yapılmaz.''

17-Mizan

Mizan, kelime olarak terazi anlamına gelir. Bizim mizandan anlamamız gereken ise şudur: Allahın taktir ettiği tarzda amellerin tartılmasıdır. Mizanın keyfiyetini (şeklini) Allah bilir. Mizanın şekli konusunda bir fikir yürütmek imkansızdır.

Allahu teala şöyle buyuruyor:
(Enbiya-47) ''Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye hiç bir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş) bir hardal tanesi kadar da olsa onu (adalet terasizine)
getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz.''
(Mü'min-
17) ''Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çarçabuk görendir. ''

Bu tartıda, iyilikleri kötülüklerinden ağır gelenler (yani sevabı günahından ağır gelenler) ebedi kurtuluşa erecekler, hafif gelenler isecehennemi boylayacaklardır.

Allahu teala şöyle buyuruyor:
(Karia-6-10) ''O gün kimin tartılan ameli ağır gelirse işte o hoşnut edici bir yaşayış içinde olur. Ameli yeğni (hafif) olanlara gelince işte onun anası (yeri yurdu) haviye'dir. Haviye nedir, bilirmisin? Kızgın ateştir.''

18-Şefaat

Şefaat, kelime olara aracı demektir. Dini terminolojide ise, mü'minlerden büyük işlemekten dolayı cehennem azabını hak edenler için, ahirette Allahın izin verdiği başta Peygamberimiz Hzb Muhammed Mustafa (SAV) olmak üzere, diğer peygamberler, alimler, şehitler ve derecesine göre mü'minleri vesile yaparak rahmetinin farklı bir boyutta tecellisinden ibarettir. Şefaat, hem günahkar mü'minlerin günahlarının affedilmesi için, hem de günahı olmayanların daha yüksek derecelere yükselebilmeleri içindir. Şefaat her şeyden önce Allahın kendi elindedir. O'nun izni ve emri ile gerçekleşebilecektir. Ve şefaat etmesine izin verilenler de kendi dilediklerine değil, Allahın dilediklerine şefaat edebileceklerdir. Çünkü kulun günahını ancak Allah affedebilir. Ama bu affı, sevdiği kullarının hatırı için yapmakla onların şerefini bütün bir mahşer halkına ilan eder, duyurur. Bu iltifata en büyük mazhar Efendimizdir (SAV) Allahu teala şöyle buyuruyor:
(Ta-ha-109) ''O gün Rahmanın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaatı fayda vermez.''

Peygamberimiz (SAV) şefaatle ilgili haberler vermiştir. Bir hadisi şeriflerinde, ''ümmetinden günah işleyenlere şefaat edeceğini'' haber vermiştir. Bir başka hadisi şeriflerinde ise, ''Her peygamberin kendisine has kabul olunan bir duası vardır. Ben ise duamı inşallah kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için saklamak istiyorum.''buyurmuştur.

Şöyle bir örnek verebiliriz: Adil ve merhametli bir sultanın hakim olduğu bir memlekette, bir kişinin bir suç işlediğini düşünelim. Kişinin suçu sabit olmuş, ancak bu kişi işlediği bu suçu bir meslek haline getirmemiştir, ve bu suçu işlediğine de pişman olmuştur. Ama işlediği bu suçtan dolayı sultanın kanunlarından çekiniyor. Kendisini hatalı ve cezayı hak ettiğini düşünüyor/biliyor. İşte o adil ve merhametli sultan, kendi mülkündeki suçluyu pişmanlık ve korku içinde görür, ona acır. Fakat sultan bu suçluyu sebepsiz yere affederse koyduğu kanunlara nizamlara halel gelir. Diğer halk, bu nizamları, kanunları hafife alırlar ve artık kendisinden korkmazlar endişesiyle çok sevdiği bir emirine veya vezirine onu affedeceğini ima eder, ve o emir veya vezir de suçlu için devreye girer, şefaatcı olur ve onun kurtuluşuna vesile olur. Aslında suçluyu affetmeyi isteyen, sultanın bizzat kendisidir. Ancak sultan o emirinin veya vezirinin şefaatını kabul etmek suretiyle ounun nezdindeki değerini insanlara göstermeyi ve ona bir nevi şeref ve paye vermeyi dilemiştir. İşte Kur'anı kerim ve hadisi şeriflerde anlatılan şefaatın tamamı bu türdendir. Yani affedecek olan Allah'tır. (CC) Hz. Peygamberimizin şefaat etmesi de Allahın O'na bir nevi şeref ve paye vermesidir.

Şefaate nail olabilmek için kula düşen nedir? Allahın ve Onun resulünün, kendisinden istediği vecibeler konusunda dikkatli olmak ve O'nun azabından korkarak O'ndan yardım dilemektir. İŞefaate nail olabilmek için en başta iman gerekir. Çünkü imansız insanlar için şefaat söz konusu değildir. Yani kafirler, münafıklar ve müşrikler için şefaat söz konusu değildir.

Allahu tealanın nezdinde ''Makamı Mahmud'' adında bir makamı vardır. Bu makam, Efendimize (SAV) verilmiş bir makamdır ve burası şefaat makamıdır.

Allahu teala Kur'anı kerimde şöyle buyuruyor:
(İsra-79) ''Gecenin bir kısmında uyanarak sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Umulur ki Rabbin, seni övgüye değer bir makama ulaştırır.'' İslam uleması burada geçen ''Makamı mahmud''un şefaat makamı olduğunu söylemişlerdir. Her ezanın ardından ezan duası olarak okuduğu-muz ''Veb-ashu makamen mahmudenillezi veadteh'' yani ''Allahım Hz. Muhammed'i (SAV) vaad ettiğin Makamı Mahmuda eriştir,'' bölümde şefaate işaret edilir.

Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: ''Kim ezanın ardından bu duayı okursa şefaatim ona hak olur.''

İşte Allahın en sevgili kulu Hz. Muhammed (SAV) mahşer meydanında Makam-ı Mahmud makamında Rabbine secde edecek ve Allaha yalvaracak, Allahın kendisine ilham ettiği ve o güne kadarduyulmamış hamd cümleleri ile O'nu tazim edecek ve sonunda kendisine şefaat izni verilecektir. Ve Allahın Resulü (SAV) de ancak Allahın razı olduğu ve izin verdiği kimselere şefaat edebilecektir. Allahu teala şöyle buyuruyor: (Sebe-23) ''Allahın huzurunda kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaatı fayda vermez.''

Ayetel kursi olarak bildiğiniz ayeti kerimede Allahu teala şöyle buyuruyor:
(Bakara-255) ''O'nun izni olmadan O'nun indinde kim şefaat edebilir?''
(Meryem-87) ''Rahmanın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olamayacaklardır.''
(Zuhruf-86) Ancak bilerek hakka şahitlik edenler şefâat edebilir.


Elbetteki, şüphesiz; Allahın izin vermesi ile Allahın dilediği kimseler şefaat edebilirler.
Allahu teala şöyle buyuruyor:
(Necm-26) ''
Sadece Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere şefaat etmesi için izin verilen, göklerde nice melekler vardır.'' Demek ki melekler de ancak, Allah’ın razı olduklarına şefaat edebiliyor.. Ve şefaat Allahın iznine bağlıdır..
(Enbiya-28) ''Allah onların öndekileri de arkalarındakileri de bilir. (yani yaptıklarını da yapacaklarını da bilir.) Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler. Allah korkusundan titrerler.'' Burada zikredilen meleklerdir. Meleklerin de insanlar için şefaatcı olacaklarına işaret ediliyor. Allahın emri ile hareket eden melekler, yine O'nun emri ile şefaat ederler.
(Zümer-44) ''Bütün şefaatler Allah’ın iznine bağlıdır.'' Demek ki bütün şefaat edeceklerin şefaati Allahü teâlânın iznine bağlıdır.


19-Şefaat, Ama Kime?

Allahu teala şöyle buyuruyor:
(
Nisa-80) ''Kim Resule (Peygambere) itaat ederse Allaha itaat etmiş olur.'' Peygamberimiz (SAV) buyuruyor ki; ''Sünnetimi terk eden benden edğildir.'' Demek ki O'nun şefaatine nail olabilmek için O'nun sünnetine sımsıkı sarılmamız gerekmektedir. Onun şefaatini hak edecek samimiyetimiz olmalıdır. (Yunus-3) ''Allah’ın izni olmadan hiç kimse şefaatçi olamaz.''

Adamın birisi efendimize (SAV) sordu:
--Ya Resulallah! Kıyamette sana komşu olmak istiyorum. Ne yapayım? Efendimiz
--Bunun için çok namaz kılarak bana yardımcı olun. dedi.
Tabiki Efendimize (SAV) salatü selamı unutmayacağız. Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed. Allahu teala şöyle buyuruyor:
(Ahzab-56) ''Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selam edin.''

Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: ''Yanında benim adım anılıp ta bana salat getirmeyenin burnu (yerde) sürtünsün.'' Bir başka hadisi şerifte ise; ''Kim bana bir salat getirirse, Allah ona on salat (mağfiret) eder.'' buyuruyor.

Peygamberimizin (SAV) şefaatinden mahrum kalacak olanlar da olacaktır. Münafıklarla kafirler için şefaat söz konusu değildir. Allahü teâlâ kâfirlerden razı olmadığı için onlara şefaat yoktur, kimse şefaat edemez.) Allahu teala buyuruyor ki;
(Mü'min-18) ''Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenir şefaatçısı vardır.''
(A'raf-53) ''Onlar; -şimdi bizim şefaatçımız var mı ki bize şefaat etsinler, veya dünyaya geri döndürülmemiz mümkünmü ki yapmış olduğumuz amellerden başkasını yapalım. Derler.'' Yukarıda Mumin 18. ayeti kerimede işaret edildiği gibi zalimlerin ne dostu ve ne de şefaatcısı vardır. Hiç kimse, Peygamberimizin (SAV) şefaatı var diye kulluk görevini ihmal etmez,
etmemeli de. Bu ne kadar akıllıca bir iş olabilir? Peygamberimizin (SAV) şefaatı var diye Allaha kullak vazifesi ihmal edilir mi? Edersek eğer hüsrana uğrarız. Çünkü şefaate nail olabilmek için bir takım şartlar vardır. Tabi ki en başta iman olacak. Sermayemiz olacak. Allahu teala şöyle buyuruyor:
(Bakara-123) ''Ve bir günden sakının ki o günde hiç kimse başkası namına bir şey ödeyemez. Kimseden fidye kabul edilmez. Hiç kimseye şefaat fayda vermez. Onlar hiç bir yardım da görmezler.'' İşte şefaate nail olabilmek için en başta iman gerekir. Çünkü imansız insanlar için şefaat söz konusu değildir. Yani kafirler, münafıklar ve müşrikler için şefaat söz konusu değildir.

Allahu teala şöyle buyuruyor:
(Sebe-23) ''Allahın huzurunda kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaatı fayda vermez.''

Dünya fani ve geçicidir. Dünyada çekilen sıkıntılar da bir cihetle işlenen günahlara keffaret sayılır. Ama insanların perişan ve derbeder olacakları bir gün gelececektir ki o gün kıyamet günüdür. İşte o gün Allah resulü Hz. Muhammed (SAV) bütün insanlığı içine alan şefaatıyla ortaya çıkacak ve en büyük şefaat anlamına gelen ''Şefaat-ı Uzma''sıyla şefaat edecektir. Zira Peygamberimiz (SAV) bir hadisi şeriflerinde; ''Mahşerde insanlar ızdırap ve heyecan içinde hesaplarının görülmesi için bekleşirlerken, Allaha dua ederek hesap ve sorgunun bir an önce yapılamasını isteyeceğini'' bildirmiştir ki buna şefaatı uzma (büyük şefaat) denir. Zaten bütün Ümmeti Muhammed O'nun bu müjdeleri ile teselli bulmakta ve O'nun şefaatine nail olmayı ummaktadır.

Peygamberimiz (SAV) şefaatı ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
--Ahirette ilk şefaat eden ve şefaati kabul olan ben olacağım.
--İmanla ölen herkese şefaat edeceğim.
--Benden önce hiçbir Peygambere verilmeyen beş şeyden biri şefaattir. Şirk üzere ölmeyen [imanla ölen] herkese şefaat edeceğim.
--Ümmetimden büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim. Peygamber efendimiz, günahkârlara şefaat edeceğini bildirince,
Hz. Ebüdderda, ''İmanı olan hırsız ve zâniler de şefaate kavuşacak mı?'' diye sual etti, ''Evet, onlara da şefaat-edeceğim,''-buyurdu
--Kabrimi ziyaret edene şefaatim vacip oldu.
--Sırf beni ziyaret için gelen, Allah’ın izniyle şefaatime-kavuşur.
--Şefaatime en layık olan, bana en çok salevat okuyandır.
--Cuma günü ve gecesi çok salevat getirene şefaat ederim.


Netice olarak; Şefaat ancak ve ancak Allahın izni ile olabilecektir. Kafir, müşrik ve münafıklar hariç günahkar da olsa bütün müslümanlar için şefaat söz konusudur. Bütün bu anlatılandardan Sevgili Peygamberimizin (SAV) şefaatı ile ilgili olarak şu sonuç ortaya çıkmaktadır: 1-Peygamberimizin (SAV) en büyük şefaatı ''Şefaat-ı Uzma''sıdır. Yani Mahşer yerinde büyük bir sıkıntı içinde hesaba çekilmeyi bekleyen bütün insanlara şefaatıdır. Bu şefaat sayesinde mahlukatın hesabı bir an evvel başlayacaktır. 2-Mü'minlerden büyük bir çoğunluğun sorgusuz sualsiz cennete girmelerini sağlayacak şefaat. 3-Cehenneme girmeyi hak ettikleri halde cehenneme girmemeleri için bazı günahkarlar hakkında yapacağı şefaat. 4-Cehenneme giren bazı günahkar mü'minlerin cehennemden çıkması için yapılacak şefaat. 5-Cennetliklerin derecelerinin yükselmesi için yapılacak şefaat.

20-Sırat

Cehennem üzerinde bulunan ve herkesin üzerinden geçeceği, geçemeyenlerin cehenneme düşeceği bir köprü olduğu söylenir. Ancak, sıratın gerçek mahiyeti hakkında bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak böyle bir geçiş, Allahın bildiği ve taktir ettiği şekilde olacaktır. Hadisi şeriflerde cehennem üzerinde kurulacak olan sırattan ilk geçenin Hz. Peygamberimiz (SAV) ve O'nun ümmetinin olacağı, bu geçiş esnasında insanların amellerine göre bir kolaylık veya zorluk yaşayacakları bildirilir. Yani insanlar iyiliklerine göre farklı bir biçimde sırat denilen köprüden geçecekler.

Esasen insan bu köprüyü, dünya hayatı boyunca iyi veya kötü amelleri ile kendisi inşa eder. Yani insanın dünyadaki amelleri onun önüne köprü olarak konulacaktır. Bu cümleden olarak insanın güzel amelleri onu cennete götüren bir köprü olacak, kötü amelleri ise onun cehenneme düşmesine sebep olacak çürük bir köprü vazifesi görecektir.


21-Kevser-Havzı

Hadisi şeriflerde belirtildiğine göre kıyamet gününde her peygambere ihsan edilecek bir havuz vardır. Peygamber efendimize ise (SAV) Havz-ı kevser (Kevser havuzu) verilmiştir. Allahu teala şöyle buyuruyor:w
(Kevser-1) ''Şüphesiz biz sana Kevseri verdik.''
Hz. Enes'in rivâyet ettiği bir hadis şöyledir: Rasûlullah (a.s.)'a soruldu (ya da falanca sordu) --Kevser nedir?" Rasûlullah (a.s.) buyurdular: --Allah'ın bana ihsan ettiği bir nehirdir. Bunun toprağı misk gibidir. Suyu, sütten daha beyaz, baldan-daha-tatlıdır." Kevser havzı veya çeşmesi ile ilgili olarak Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: "O, kıyamet günü ümmetimin başında toplanacağı bir-havuzdur.''

Bir başka hadisi şeriflerinde ise şöyle buyurur: "Bu su sütten daha beyaz,-buzdan daha soğuk ve baldan daha tatlı olacaktır. Dibindeki toprak mis gibi koka­caktır. Havuzun başında, gökteki yıldızlar kadar sürahi ve kaplar buluna­caktır. Bu suyu bir kez içen bir daha susamayacaktır. Bunu içmeyen ise hiçbir zaman susamışlığını gideremeyecektir."

Havzı kevser'in aynı zamanda Efendimiz (SAV) ile O'nun ümmetinin buluşma yeri olacağı da rivayet edilir. Sevgili peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: "Haberiniz olsun, benim ve sizin buluşma yeriniz benim havuzumdur."

Kıyamet günü Kevser havuzunun başına ilk gelen ve ilk içecek olan Hz. Peygamber efendimiz (SAV) olacaktır. Sonra sırasıyla Allah yolunca çaba gösteren ve islama hizmette bulunanlar içeceklerdir. Bu hususta Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor. "Ben hepinizden önce oraya varmış olacacağım."

Kevser çeşmesi veya havuzu ile ilgili olarak Hazreti Peygamber kendi devrinin insanlarını defalarca ikaz etmiş ve kendisinden sonra yolunu değiştiren veya yolundan sapanların bu havuzun suyunu içemeyeceklerini beyan etmiştir. Rasûlullah'ın (SAV) ifadesine göre, bu gibi İnsanlar havuzun başından uzaklaştırılacaklardır ve oraya bir daha yaklaştırılmayacaklardır. Rasûlullah (SAV) diyecek ki, ''bunlar benim adamlarımdır.'' O zaman bu adamların, kendisinden sonra neler yaptıklarını bilmediği hatırlatılacaktır. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.) de bunları defedecektir ve kendisinden uzak durmalarını isteyecektir. Bu rivâyet çeşitli hadislerde yer almıştır.

22-Cennet

Cennet ve cehennem adli ilahinin bir tecellisidir. Dünyada Allahın emirleri doğrultusunda yaşayanlar cennete, aksini yaşayanlar ise cehenneme gideceklerdir. Şöyle bir örnek verebiliriz. Her ülkede yasalara uyan dürüst vatandaşlar takdir görür, hatta ödüllendirilirler. Fakat katillerin, suçluların, eşkiyaların, hırsızların, dolandırıcıların elini kolunu sallayıp serbest gezdiği bir ülke düşünebiliyor musunuz? Böyle bir ülkede adaletten bahsedilir mi?

Dünyada iyi ve kötü, güzel ve çirkin, fayda ve zarar iç içe bulunuyor. Ama ahirette bunlar birbirinden tamamen ayrılacaktır. Bütün iyilikler, güzellikler, faydalı ve iyi insanlar cennette toplanacak, her türlü kötülükler, çirkinlikler, kötü ve zararlı insanlar da cehenneme gideceklerdir. Yani cennet dünyadaki iyilik ve güzelliklerin meyvesi, cehennem ise kötülük ve çirkinliklerin ürünüdür. Yani insan dünyada ektiğini orada biçecektir.

(Tevbe-72) ''Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetti. Allah'ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur.'' Cennet, lügat olarak, yeşilliklerle, ağaçlarla örtülü yer/bahçe demektir. Terim olarak ise sürpriz nimetlerle donatılmış olan ve mü'minlerin içinde ebedi olarak kalacakları ahiret yurduna verilen isimdir. Cennet hayatı sonsuzdur. Bu sonsuzluk insanlara asla bıkkınlık vermez. Çünkü cennet sürprizler diyarıdır. Allahın, sevdiği kulları için hazırladığı sonsuz bir mükafat diyarıdır.

Cennete girenler, dünya hayatlarındaki kötü duygulardan (insan fıtratındaki kin, nefret, usanç gibi negatif duygulardan arındırılmış olacaklardır. Dünyada kalbe sirayet eden kin duygusu kalplerden-atılacaktır. Allahu tealaala bu hususta şöyle buyuruyor:
( A'raf-43) ''(Cennette) onların altlarından ırmaklar akarken kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız, ve onlar derler ki; -hidayetiyle bizi bu nimete kavuşturan Allaha hamd olsun.''

Cennet hayatı sonsuzdur. Bu hayatın sonsuzluğu insanlara asla bıkkınlık vermeyecektir. Çünkü cennet sürpnizler diyarıdır.

Allahu teala şöyle buyuruyor:
(
Ankebut) ''İman edip güzel işler yapanları (evet) muhakkak ki onları, içinde ebedi kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennet köşklerine yerleştireceğiz. (Böyle) iyi işler yapanların mükafatı ne güzeldir.''
(Bakara-25) ''İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandırıldıklarında: "Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir" derler ve o rızık birbirinin benzeri olmak üzere, kendilerine sunulacak. Orada çok temiz zevceler de onların. Hem onlar orada ebedî kalacaklar.''

Cennete girenler, dünya hayatındaki fıtratlarından, (yani insan fıtratında olan) kin, nefret, kötülük, usanç gibi nefatif (olumsuz) duygulardan arındırılmış olacaklardır. Allahu teala bu hususta şöyle buyuruyor: (A'raf-43) ''(Cennette) olanların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarır atarız. Ve onlar derler ki; -Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allaha hamd olsun.'' Dolayısıyla cennettekile, her anı mutluluk ve neşe içerisinde yaşayacaklardır.
(Gasiye-
''O gün bir takım yüzler de vardır ki, mutludurlar, 9. (dünyadaki) çabalarından hoşnut olmuşlardır, 10.Yüce bir cennettedirler. 11.Orada boş bir söz işitmezler. 12. Orada (cennette) devamlı akan bir pınar, 13. Yükseltilmiş tahtlar, 14. Konulmuş kadehler, 15. Sıra sıra dizilmiş yastıklar, 16. Serilmiş halılar vardır.''
(Hicr-45)
''(Allah'ın azabından korkup rahmetine sığınan) takvâ sahipleri, mutlaka cennetlerde ve pınar başlarında olacaklar. 46. "Oraya emniyet ve selâmetle girin" (denilir, onlara). 47. Biz, onların gönüllerindeki kini söküp attık; onlar artık köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar. 48. Onlara orada hiçbir yorgunluk gelmeyecek ve onlar, oradan çıkarılmayacaklardır. 49. (Resûlüm!) Kullarıma, benim, çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver. 50. Benim azabımın elem verici bir azap olduğunu da bildir.''

Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: ''Allah (CC) buyuruyor ki, salih kullarım için ben, cennette hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitmediği ve insan tasavvurlarını aşkın (insanın tasavvur edemediği, aklına bile getiremediği) şeyler hazırladım.'' Demek oluyor ki cennet sürpriz nimetlerle dolu bir diyar. Allahın, mü'min kullarına olan sayısız ve sınırsız rahmet ve lütfunun bir tecellisidir cennet. Dünyanın binlerce yıl mutlu hayatı, cennet hayatının bir anını bile değmez.

(Buruc-11) '' İman edip sâlih ameller işleyenlere ise, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur.''
(Duhan-51) ''Müttakîler ise hakikaten güvenilir bir makamdadırlar. 52. Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. 53. İnce ipekten ve parlak atlastan giyerek karşılıklı otururlar.54. İşte böyle. Bunun yanısıra biz onları, iri gözlü hûrilerle evlendiririz. 55. Orada, güven içinde (canlarının çektiği) her meyveyi isterler. 56. İlk tattıkları ölüm dışında, orada artık ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur (sürekli hayata kavuşmuşlardır). 57. (Bunlar) Rabbinden bir lütuf olarak (verilmiştir). İşte büyük kurtuluş budur.''

Hz. Ebu Hureyre (RA) 'dan: ''Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki; --Allah Teâla ferman etti ki: "Ben Azimu'ş-Şân, salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım.''

Ebu Hureyre ilaveten dedi ki: "Dilerseniz şu ayet-i kerimeyi okuyun.
(Secde-17) "Yaptıklarına karşılık Allah katında onlar için göz aydınlığı olacak ne mükâfaatların saklandığını kimse bilemez"

Sa'd İbnu Sa'd (RA) anlatıyor:
--Ey Allah'ın Resûlü! dedim, insanlar neden yaratıldı?
--Su'dan!" buyurdular. Ben,
--Ya cennet?" O neden inşa edildi?"
--Gümüş tuğladan ve altın tuğladan! Harcı da kokulu misk. Cennetin çakılları inci ve yakuttan, toprağı da zâferandır. Ona giren nimete mazhar olur, eziyet görmez, ebediyet kazanır, ölümle karşılaşmaz. Elbisesi eskimez, gençliği kaybolmaz."

 (Fatır-33) ''(Onların mükâfatı), içine girecekleri Adn cennetleridir. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Orada giyecekleri elbiseleri de ipektir. 34. (Cennette şöyle) derler: Bizden tasayı gideren Allah'a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz çok bağışlayan, çok nimet verendir. (Açıklama: Tasanın giderilmesi, cehennem korkusunun, ölüm endişesinin ve dünya üzüntüsünün ortadan kaldırılmasıdır.) 35. O (Rab) ki lütfuyla bizi asıl oturulacak yurda (cennete) yerleştirdi. Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak ne de orada bize bir usanç gelecektir.''

Hz. Büreyde (RA) anlatıyor:
--Bir adam Resûlullaha (SAV) "Cennette at var mı?" diye sordu. Efendimiz (SAV)
--Allah Teâla Hazretleri seni cennete koyduğu
takdirde, kızıl yâkuttan bir at üzerinde orada dolaşmak isteyecek olsan, o seni istediğin her yere uçuracaktır" buyurdular. Bunun üzerine diğer biri de:
--Cennette deve var mı?" diye sordu. Ama buna Aleyhissalatu vesselam öncekine söylediği gibi söylemedi. Şöyle buyurdular:
--Eğer Allah seni cennete koyarsa, orada canının her çektiği, gözünün her hoşlandığı şeyi bulunacaktır."

(İnsan-5) ''İyiler ise, kâfûr katılmış bir kadehten (cennet şarabı) içerler. 6. (Bu,) Allah'ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır. 7. O kullar, şiddeti her yere yayılmış olan bir günden korkarak verdikleri sözü yerine getirirler. 8. Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. 9. "Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz." 10. "Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O'nun azabına uğramaktan) korkarız" (derler). 11. İşte bu yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger; (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir. 12. Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve (cennetteki) ipekleri lütfeder. 13. Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; ne yakıcı sıcak görülür orada, ne de dondurucu soğuk. 14. (Cennet ağaçlarının) gölgeleri, üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur. 15. Yanlarında gümüşten kaplar ve billûr kupalar dolaştırılır. 16. Gümüşten öyle kadehler ki onları istedikleri ölçüde tayin ve takdir etmişlerdir. 17. Onlara orada bir kâseden içirilir ki (bu şarabın) karışımında zencefil vardır. 18. (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebîl denir. 19. O insanların etrafında öyle ölümsüz genç nedîmler dolaşır ki, onları gördüğünde, etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın. 20. Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün. 21. Üzerlerinde yeşil ipekten ince ve kalın elbiseler vardır; gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz bir içki içirir. 22. (Onlara şöyle denir:) Bu, sizin için bir mükâfattır. Sizin gayretiniz karşılığını bulmuştur.
(Şura-22) ''Yaptıkları şeyler başlarına gelirken zalimlerin, korkudan titrediklerini göreceksin. İman edip iyi işler yapanlar da cennet bahçelerindedirler. Rablerinin yanında onlara diledikleri her şey vardır. İşte büyük lütuf budur.''

Cennetin anahtarı imandır. İmanı olduğu halde kulluk görevinde kusur işleyen kimseler, cehennemde cezalarını çektikten sonra cennete gireceklerdir. Ama dikkat edelim, bir kibrit alevine bile dayanacak gücümüz yok. Cennet gökleri ve yeri kaplayacak kadar geniştir. İçinden çeşit çeşit ırmaklar ve çağlayanlar akar. Zümrüt gibi yeşillilkelre dolu bahçelerden meydana gelmiştir. Köşkleri inci, mercan ve yakuttan yapılmıştır. Cennetlikler bu nimetler içinde sonsuza dek dinç ve gürbüz olarak sıkılmadan, bıkmadan usanmadan istifade edeceklerdir.

Hiç bir kulun kendi ameli ile cenneti hak etmesi mümkün değildir. Yani insanın yapmış olduğu ameller, cennetin elde edilmesine, kazanılmasına asla yetmez. Hatta insanın ibadetleri, Allahu tealanın kendisine bu dünyada vermiş olduğu nimetlerin binde birini bile karşılayamaz.

Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: --Şu muhakkak ki hiç bir kimseyi kendi ameli cennete götürmez. Sahabilerden birisi buyurdu ki:
--Siz de mi ya Resulallah? Efendimiz :
--Allahın kullarını kucaklayan/kuşatan rahmet ve mağfireti olmasa beni de (kendi amellerim cennete götürmez. dedi.

(Fecr-27) '' Ey huzura kavuşmuş insan! 28. Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoş- nut olarak Rabbine dön. 29. (Seçkin) kul- larım arasına katıl, 30. Ve cennetim gir.''

Cennetin de kısımları vardır. Bunlar Adn cenneti, Firdevs cenneti, Me'va cenneti ve Naim cenneti.

(Beyyine-7) ''İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır. 8. Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn Cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuş-lardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan (O'na saygı gösterenler) içindir.'' (Kehf-30) ''İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar (bilmelidirler ki) biz, güzel işler yapanların ecrini zâyi etmeyiz. 31. İşte onlara, alt taraflarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Onlar Adn cennetlerinde tahtlar üzerine kurularak orada altın bileziklerle bezenecekler; ince ve kalın dîbâdan yeşil elbiseler giyecekler. Ne güzel karşılık ve ne güzel kalma yeri!
(Kehf-107) İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için makam olarak Firdevs cennetleri vardır. 108. Orada ebedî kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler.
(Necm-12) (Cennetil Me´va) 12. Onun (Mi´racta) gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız? 13. Andolsun onu, önceden bir defa daha görmüştü, 14. Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında . 15. Cennetü'l Me'vâda onun yanındadır. 16. Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.
(Vakı-a-10) ''(Hayırda) önde olanlar, (ecirde de) öndedirler. 11. İşte bunlar, (Allah'a) en yakın olanlardır, 12. Naîm cennetlerinde. 13. (Onların) çoğu önceki ümmetlerden, 14. Birazı da sonrakilerdendir. 15. Cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler, 16. Onların üzerlerinde karşılıklı olarak oturup yaslanırlar. (Açıklama: Yukarıda geçen ayetlerde kıyamet ve ahiret hayatının bir bölümü açıklanmaktadır. Buna göre ahirette insanlar üç sınıfa ayrılacaklar. Bunların ikisi cennete, biri cehenneme girecektir. Cennete girecek olan “Sağdakiler“ amel defterleri sağından verilecek olan bahtiyar mü'minler demektir. “Sonladikelr“ de kitapları sollarından verilen ve cehenneme girecek olan inkarcı ve günahkar kimselerdir. Cennete girecek öteki grubun adı da “Öncüler“ dir. Bunlar inanç ve amelleri ile hayır yarışında önde olanlardır. Allaha en yakın ruhi tekamülde en ileri seviyeye ulaşan kimselerdir. Bunların en makbul zümreyi teşkil ettikleri K.K'de açıklanmıştır. Ayrıca islama ilk girenler için de aynı terim kullanılır.) 17. Çevrelerinde, (hizmet için) ölümsüz gençler dolaşır; 18. Maîn çeşmesinden doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle. 19. Bu şaraptan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir. 20. (Onlara) beğendikleri meyveler, 21. Canlarının çektiği kuş etleri, 22. İri gözlü hûriler, 23. Saklı inciler gibi. 24. Yaptıklarına karşılık olarak (verilir).25. Orada boş bir söz ve günaha sokan bir laf işitmezler. 26. Söylenen, yalnızca "selâm, selâm" dır. 27. Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere! 28. Düzgün kiraz ağacı, 29. Meyveleri salkım salkım dizili muz ağaçları, 30. Uzamış gölgeler, 31. Çağlayarak akan sular, 32. Sayısız meyveler içindedirler; 33. Tükenmeyen ve yasaklanmayan. 34. Ve kabartılmış döşekler üstündedirler. 35. Gerçekten biz hûrileri apayrı biçimde yeni yarattık. 36. Onları, bâkireler kıldık. 37. Eşlerine düşkün ve yaşıt. 38. Bütün bunlar sağdakiler-içindir. (80) Fakat (Ölen kişi Allaha) yakın olan-lardan ise, 89. Ona rahatlık, güzel rızık ve Naim cenneti vardır. 90. Eğer o sağdakiler den ise 91. “Ey sağdaki! Sana selam olsun“

Hadis: Hz. Câbir (RA) anlatıyor:
--Resûlullah (SAV) şöyle buyurdu: "Cennet ehli cennette yerler ve içerler. ancak tükürmezler, küçük ve büyük abdest bozmazlar, sümkürmezler de!" Ashab:
--Peki yedikleri ne olur?" diye sorunca; --Geğirmek ve misk sızıntısı gibi ter!
Hadis:
Ebu Said el-Hudri (RA)'dan: "Bir kimse cennetlik olarak ölünce, büyük veya küçük, yaşı ne olursa olsun, otuz yaşında bir kimse olarak cennete girer ve artık bu yaş ebediyyen değişmez. Cehennemlikler için de durum böyledir."
Hadis: Hz. Ebu Hureyre (RA)'den: ''Cennet ehlinin vücudu kılsız, yüzü sakalsız, gözleri sürmelidir, gençlikleri zail olmaz, elbiseleri eskimez."
Hadis: Cennet ehli cennete, otuz ya da otuz üç yaşında sakalsız, kılsız ve gözleri sürmeli olarak girecekler.

Cennete giren nimete mazhar olur, eziyet görmez, ebediyet kazanır, ölümle karşılaşmaz. Elbisesi eskimez, gençliği kaybolmaz.

Sahabeden birisi sordu:
--Ya Resulullah! Allah Teala'nın: ''İri gözlü hurilerdir'' (Vakıa-22) sözünü bana anlat" dedim. O;
--Onlar beyaz tenli, iri gözlü, kara kuşun kanatları gibi sürmelidir, dedi.
--Ya Resulullah! Allah'ın: ''sanki o kadınlar birer yakut ve mercandır'' (Rahman-5) ayetini anlat" dedim.
--Onlar el değmemiş sedefteki inci gibi güzeldirler, dedi.
--Ya Resulullah! Allah'ın: ''O cennetlerde iyi ahlaklı güzel kadınlar vardır'' (Rahman-70) ayetini anlat" dedim.
--Onlar çok güzel huylu ve güzel yüzlüdürler, buyurdu.
--Ya Resulullah! Allah'ın: ''Onlar, toz konmamış yumurta gibidirler'' (Saffat-49) ayetini anlat" dedim.
--Onlar yumurtanın zarı gibi beyaz ve naziktirler, dedi.
--Ya Resulullah! Allah'ın: ''Kocalarına sevimli ve birbirlerinin akranıdırlar'' (Vakıa-37) ayetini söyle" dedim.
--Onlar dünyada ihtiyar, gözleri çapaklı, saçları ağarmış ve zayıf olarak ölmüşken, Allah onları cennette bakire, kocalarına sevimli, aşık ve bağlı, birbirlerinin akranı kılacak, buyurdu.
--Ya Resulullah! Dünya kadınları mı üstündür, yoksa iri gözlü huriler mi?" dedim. O;
--Elbisenin yüzü astarından kıymetli olduğu gibi, dünya kadınları da hurilerden üstündürler, dedi.
--Neden ya Resulullah?" dedim, şöyle dedi:
--Namazları, oruçları ve Allah'a ibadetleri sebebiyle Allah onların yüzlerini nurlandırır, kendilerine ipek elbiseler giydirir. Onların tenleri beyaz, elbiseleri yeşil, ziynetleri sarı, buhurdanlıkları (tütsülükleri) inci ve tarakları altındır. Onlar şöyle söylerler: "Biz burada ebedi kalacağız. Biz sevimli ve mutluyuz. Asla üzülüp sıkılmayız. Başka aleme göçmeden hep burada kalacağız. Biz bu halimizden memnunuz ve herşeye razıyız. Hiç kimseye kızmaz ve öfkelenmeyiz. Ne mutlu kendilerine eş olduğumuz ve bize eş olan kimselere."

Hadis: "Cennet ehlinin çocuğu olmaz, (orada doğum yoktur)."


23-Ru'yetullah

Cennetlik kulların nail olacağı en büyük mutluluk ve nimet, maddi ve manevi zevklerin en üstünü Celal ve Cemal sahibi Allahın güzelliğini seyr ve temaşa etmektir. kendisini (cennetlik) kullarına göstermesidir.

Hadis: İbnu Ömer (RA)'den: "Cennet ehlinin mertebece en düşük olanı o kimsedir ki: Bahçelerine, zevcelerine, nimetlerine, hizmetçilerine, koltuklarına bakar. Bunlar bin yıllık yürüme mesafesini doldururlar. Cennetliklerin Allah nezdinde en kıymetli olanları ise, vech-i ilahiye sabah ve akşam nazar ederler." Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sonra şu ayeti okudu.

(Kıyame-22, 23) "Yüzler vardır, o gün ışıl ışıl parlayacaktır. Rablerini görecektir".

Hadis: Cerir İbnu Abdullah'dan: Resulullah (SAV) bir dolunay gecesi, aya baktı ve: "Siz şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi de böyle perdesiz göreceksiniz ve O'nu görmede bir sıkışıklığa düşmeyeceksini.
Hadis:
Süheyb (RA)'dan: "Cennetlikler cennete girince Allah Teala onlara; "Bir şey daha istiyorsanız söyleyin, onu da ilaveten vereyim!" buyurur. Cennetlikler: "Sen bizim yüzlerimizi ak etmedin mi? Sen bizi cennete koymadın mı? Sen bizi cehennemden kurtarmadın mı (daha ne isteyeceğiz?)" derler. Derken perde açılır. Onlara, yüce Rablerine bakmaktan daha sevimli bir şey verilmemiştir." Süheyb der ki: "Resulullah bu sözlerinden sonra şu ayeti okudu:
(Yunus-26) "İyi iş, güzel amel yapanlara, daha güzel iyilik bir de ziyade vardır"

Rivayetler şu yöndedir ki, Cennetlikler cuma günleri allahu tealanın arşının önünde toplanırlar ve nurdan perde kalkınca Allahu tealayı mekandan ve zamandan münezzeh olarak görürler. Bu temaşa, onlara diğer bütün cennet nimetlerini unutturur. Allah cennetlik kullarından razı olduğunu bildirir. Cennetlikler de Allahtan razı olduklarını söylerler. Böylece ebedi olarak cennet hayatı bütün nimetleri ile sürüp gider.


24-Cehennem

Cehennem, kelime olarak, derin kuyu anlamına gelir. Terim olarak ise ahirette kafirlerin devamlı olarak, günahkar mü'minlerin de günahları ölçüsünde cezalandırılmak üzere kalacakları azap yeridir. Kur'an-ı kerim de cehennem için nar, cahim, haviye, sair, leza, sakar ve hutame gibi isimlerle zikredilmektedir. Yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateş deryası olarak anlatılır. Allahı bilerek inkar edenler ebedi olarak cehennemde kalacaklardır. Günahkar mü'minler ise burada sürekli olarak kalmayacaklar, cezalarını çektikten sonra cennete gireceklerdir. Cennet ve cehennem ilahi adaletin bir gereğidir. Çünkü kötü insanların cezalandırılmaması, ili insanlara zulümdür. Ama Allah kimseyi cezalandırmak istemez. Bunun içindir ki kullarını sık sık uyarır ve tevbe etmeye çağırır.

Allahu teala şöyle buyuruyor:
(Nisa-168) ''İnkar edip zulmedenleri Allah asla bağışlamayacaktır. Onları (başka) bir yola ilecek de değildir. (169) Ancak, orada ebedi kalmak üzere cehennem onları yoluna iletecektir. Bu da Allaha çok kolaydır.''
(Ahzab-64)
''Şu muhakkak ki, Allah kâfirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. 65. (Onlar) orada ebedî olarak kalacaklar, (kendilerini koruyacak) ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklardır. 66. Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygamber'e de itaat etseydik! Derler.''

Her mahluk ve mevcudat, kendi dili, lisanı ile Allahın varlığını, birliğini ve güzel isimlerini zikir ve ilan eder. Kendi dili ile ''Allah birdir, Allah vardır, Her şeyi yaratan Allah'tır, öldüren de O'dur, dirilten de O'dur,'' der. Ama kafirler, Allahı inkar eden bedbahtlar, bu hakikatleri inkar ettiklerinden dolayı işte bu dehşetli azap olan cehenneme yakıt olacaklardır.

Allahu teala şöyle buyuruyor:
(Ahzab-64) ''Şu muhakkak ki, Allah kâfirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. 65. (Onlar) orada ebedî olarak kalacaklar, (kendilerini koruyacak) ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklardır. 66. Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygamber'e de itaat etseydik! Derler.

Şöyle bir düşünelim. Bir insan, bir başkasını iki saniyede öldürebilir. Tetiğe basması ile bir insanı iki saniyede, hatta bir saniyede bile öldürebilir. Allah korusun! Bu kişinin cizası sadece iki saniyelik bir ceza olabilir mi? Hayat boyu bir cizadır belkide. Öyle değilmi? Ama Allahı inkar eden kafirin suçu iseadam öldürmekten bin kere yüzbin kere daha kötü ve dehşetlidir. Çünkü o böyle bir inkarla sayısız mahlukatın ve mevcudatın tesbih ve takdis ettiği, zikrettiği Yüce Yaratıcıyı yok sayıyor ve inkar ediyor. Bundan daha büyük bir cinayet olamaz. Dolayısıyla kafirin her bir inkarı, ebedi bir gerçeği inkar etmek olduğundan, Yüce Yaratıcının rahmetinden ebedi bir şekilde mahrum kalıyor.

Allahu teala şöyle buyuruyor:
(
Ali-İmran-12). ''(Resûlüm!) İnkâr edenlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası kalınacak ne kötü bir yerdir!''

 (Yasin-59) "Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar!" 60. "Ey Adem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır" demedim mi? 61. "Ve bana kulluk ediniz, doğru yol budur" demedim mi? 62. Şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hâla akıl erdiremiyor musunuz? 63. İşte, bu size vâdedilen cehennemdir. 64. İnkârınız sebebiyle bugün oraya girin!
(Ali İmran-178) İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlara ancak günahlarını arttırmaları için fırsat veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır. 196. İnkârcıların (refah içinde) diyar diyar dolaşması, sakın seni aldatmasın!197. Azıcık bir menfaattır o. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir!
(A'raf-40)
''Bizim ayetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir. Suçluları işte böyle cezalandırırırz.'' Açıklama: Devenin iğne deliğine girmesi imkansızlık bildirir. Buna göre ayetin manası „onlar asla cennete giremezler“ veya „çok zor girerler“ demektir.) (41) Onlar için cehennem ateşinden döşekler, üstlerine de örtüler vardır. Işte zalimleri böyle cezalandırırız.''
(Ahkaf-20)
''İnkar edenler ateşe arzolunacakları gün (onlara şöyle denir): Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdürdünüz. Bugün ise yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı alçaltıcı bir azap göreceksiniz.

Ebu Hureyre (RA)'dan: "Resûlullah (SAV) buyurdular ki: "Allah Teâla cenneti yarattığı zaman, Cebrail'e (AS): "Git ona bir bak!" buyurdular. O da gidip cennete baktı ve: "(Ey Rabbim!) Senin izzetine yemin olsun, onu işitip de ona girmeyen kalmayacak, herkes ona girecek!" dedi. (Allah Teâla) cennetin etrafını mekruhlarla çevirdi. Sonra: "Hele git ona bir daha bak!" buyurdu. Cebrail gidip ona bir daha baktı. Sonra da: "Korkarım, ona hiç kimse girmeyecek!" dedi. Cehennemi yaratınca, Cebrail'e: "Git, bir de şuna bak!" buyurdu. O da gidip ona baktı ve: "İzzetine yemin olsun, işitenlerden kimse ona girmeyecektir!" dedi. Allah Teâla hazretleri de onun etrafını şehvetlerle kuşattı. Sonra da: "Git ona bir kere daha bak!" dedi. O da gidip ona baktı. Döndüğü zaman: "İzzetine yemin olsun, tek kişi kalmayıp herkesin ona gireceğinden korkuyorum!"

 (Duhan-43). Şüphesiz zakkum ağacı, 44. Günahkârların yemeğidir. 45. O, karınlarda maden eriyiği kaynar. 46. Sıcak suyun kaynaması gibi . 47. (Allah zebânilere emreder): Tutun onu! Cehennemin ortasına sürükleyin! 48. Sonra başına azap olarak kaynar su dökün! 49. (Ve deyin ki:) Tat bakalım. Hani sen kendince üstündün, şerefliydin! 50. İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir.

Hadis: İbnu Abbas (RA)'dan: "Resûlullah (SAV) buyurdular ki: "Eğer zakkûmdan, dünyaya tek damla damlatılacak olsa, bu dünya ehlinin yiyeceklerini ifsad ederdi. Öyleyse, yiyecek ve içeceği zakkum olan cehennemliğin hali ne olur (anlayın)!"

(En'am-..) Onlar kazandıkları (günahlar) yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır.
(Fatır-36). İnkâr edenlere de cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler, cehennem azabı da onlara biraz olsun hafifletilmez. İşte biz, küfürde ileri giden her nankörü böyle cezalandırırız. 37. Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! diye feryad ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur.
(Tur-7) Rabbinin azabı mutlaka vuku bula- caktır. 8. Ona engel olacak hiçbir şey yoktur.
(Fecr-23)
O gün cehennem getirilir, insan yaptıklarını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var! 24. (İşte o zaman insan) Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim. Der. 25. Artık o gün Allahın edeceği azabı kimse edemez. 26. Onun vuracağı bağı kimse vuramaz.
(Fussilet-19) Allah'ın düşmanları, ateşe sürülmek üzere toplandıkları gün, hepsi bir
araya getirilirler. 20- Nihayet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri, işledikleri şeye karşı onların aleyhine şahitlik edecektir. 21- Derilerine: Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz? derler. Onlar da: Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. İlk defa sizi o yaratmıştır. Yine O'na döndürülü- yorsunuz, derler. 22- Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıkları- nızdan çoğunu Allah'ın bilmeyeceğini sanıyordunuz.
İnsan-4) Doğrusu biz, kâfirler için zincirler; demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık.
(Mülk-6). Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. O, ne kötü dönüştür! 7. Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler. 8. Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: Size, (bu azap ile) korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi? diye sorarlar. 9. Onlar şöyle cevap verirler: Evet, doğrusu bize, (bu azap ile) korkutan bir peygamber gelmişti; fakat biz (onu) yalan saymış ve: Allah'ın bir şey gönderdiği yok; siz olsa olsa büyük bir sapıklık içindesiniz! demiştik. 10. Ve: Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık! diye ilâve ederler.

Hadis: Ebu Hureyre (RA)'dan: "Resûlullah (SAV) şöyle buyurdu: "Yaktığınız ateş var ya, bu, cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür!"

Allahu teala şöyle buyuruyor:
(Müzzemmil-12) Hiç şüphesiz bizim nezdimizde (onlar için hazırlanmış) boyunduruklar, yakıcı bir ateş, (13) Boğazdan geçmez bir yiyecek ve elem verici bir azap vardır.
(
Nisa-14) Kim Allah'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır. (56) Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri gün gelecek bir ateşe sokacağız; onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar! Allah daima üstün ve hakîmdir. (167) İnkar eden ve (başkalarını da) Allah yolundan alıkoyanlar şüphesiz doğru yoldan çok uzaklaşmışlardır. (168) İnkar edip zulmedenleri Allah asla bağışlayacak değildir. Onları (başka) bir yola iletecek de değildir.(169) Ancak orada ebedi kalmak üzere cehennem onları yoluna (iletecektir) Bu da Allaha çok kolaydır.

Hz. Ömer (RA) şöyle buyurur: "Ateşi çok zikredip hatırlayın. Zira onun harareti pek şiddetlidir; derinliği çok fazladır, çengelleri demirdendir"

 (Nebe-21) Şüphesiz, cehennem pusuda beklemek-tedir. 22. Azgınların barınacağı yerdir (cehennem). 23. (Azgınlar) orada çağlar boyu kalacaklar , 24. Orada bir serinlik ya da (susuzluk gideren) bir içecek tatmazlar, 25. Kaynar su ve irin (tadarlar).26. Ancak (dünyada yaptıklarına) uygun karşılık olarak. 27. Çünkü onlar hesap gününü (geleceğini) ummazlardı. 28. Bizim âyetlerimizi yalanladıkça yalanlamışlardı. 29. Biz ise her şeyi bir kitapta sayıp yazmışızdır. 30. Tadın! Bundan sonra yalnızca azabınızı arttıracağız. (Rahman-41) Suçlular, simalarından tanınır, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar. 43. İşte bu, suçluların yalanladıkları cehennemdir. 44. Onlar, cehennemle kaynar su arasında dolaşır dururlar. (Tahrim-6) Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında acımasız, güçlü, Allahın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.


25-Cennete ve Cehenneme Giden Yol

Cennet, lütfü ilahidir, cehennem ise adli ilahidir. İtaat eden mükafatını görür, isyan eden cezasını görür. Adli ilahi indindeki bu mükafat cennet, ceza ise cehennemdir. Bir işçi, bir memur, bir hizmetçi amirine, sahibine isyan ederse amiri onu cezalandırmaz mı? Ama amirine sahibine itaat ederse amiri, sahibi onu mükafatlandırmaz mı? Bir kul Rabbine isyan ederse cezasını görür. Bir kul da Rabbinin emirlerine itaat ederse mükafatını görür. İlahi adalet bunu gerektiriyor. Cennet ve cehennem işte budur. Ama hatasından, kusurundan dolayı amirinden, sahibinden af diler, pişman olduğunu beyan ederse amiri, sahibi onu bağışlar. Allaha tevbe etmekte işte böyledir.

Hiç kimse cennete uyuyarak, yerinde sayarak gidemez. Cehennemden de uyuyarak, yerinde sayarak kurtulamaz. Cenneti kazanmak için Allahın emirlerini yerine getireceğiz. Cehennemden kurtulmak için de Allahın yasaklarından uzak duracağız. Zira ne cennet ucuz, ne de cehennem lüzumsuzdur. Çünkü hayat gayesiz değildir. Dünya amaçsız değildir. Cenneti, cemalullahı yani ahiret mutluluğunu dünyada kazanacağız. Hayatın gayesi budur.

Cennet Allahın rızasındadır. Allahı memnun edecek amellerin içindedir. Yani cennet, Allahın razı olduğu ameller içerisinde gizlidir. Yani cennete girebilmek için Allaha iman ve iman gereği olan amel gerekir.

İman cennetin tohumunu taşır. İman cennetin çekirdeğidir. İmanda cennet çekirdeği vardır. Küfür ve isyanda yani dalalette ise cehennemin tohumu saklıdır. Küfür ve isyan cehennem zekirdeğidir. Küfür ve isyanda cehennem çekirdeği vardır. İman çekirdeği cennette açar, gelişir ve büyür. Küfür ve isyan çekirdeği ise cehennemde açar, büyür ve gelişir. Cehennemin yedi tabakası ve yedi kapısı vardır. Her kapı bir sınıf insana ayrılmıştır.Bunu Yüce Rabbimiz ayeti kerimede belirtiyor:

(Hicr-43) Muhakkak cehennem, onların hepsine vâdolunan yerdir. 44. Cehennemin yedi kapısı vardır. Onlardan her kapı için birer gurup ayrılmıştır.

En çetin azap ise içi dışı birbirini tutmayan münafıklar içindir.

Cennetin de sekiz kapısı vardır ve her kapı bir sınıf insana ayrılmıştır. Cennet, zevklerde derinleşmedir. Allaha şükür diyarıdır. Ödül ve mükafat alma yeridir. Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kalplerin tasavvur dahi edemediği nimet ve zevklerin Allaha iman ve itaat eden kullara sunulduğu yerdir. Büyük bir okyanus düşünün. Cennet nimetleri bir okyanus ise dünya nimetleri o okyanusun içinde sadece bir damladır. Dünya nimetleri Allahın yüz rahmetinin sadece birisinin tecellisidir. Diğer doksandokuz rahmet dünyadaki bu bir rahmetle beraber Allaha iman ve itaat eden mü'minlere Allah tarafından lütfeilecektir. Zira dünya bütün şaşaasıyla cennetin yanında bir zindandan farksızdır. Hatta mükayese bile edilemez.


Cennet hayatı en az bu günkü hayat kadar gerçektir. Ama Resulullahı (SAV) tanımayan, onun sünnetine tabi olmayan, yani yolu resulullaha (SAV) gitmeyen uğramayan bedbahtlar cennete giremezler. Efendimiz (SAV) bir hadisi şeriflerinde ''ümmetimden herkes cennete girecektir,'' buyuruyor. Buraya dikkat edelim. ''Ümmetim'' diyor. Öyleyse O'na ümmet olabilmek lazım.

Hadis:''Ümmetimden herkes cennete girecektir, cennete girmemek için direnenler müstesna.
--Kimdir bunlar ya resulallah? Dediler.
--Sünnetime riayet eden cennete girer, sünnetime tabi olmayan cennete giremez.

Evet. İşte cenneti kazanmanın veya kaybetmenin formülü bu.

Bir başka hadisi şeriflerinde Efendimiz (SAV) şöyle buyuruyor: ''Siz bana altı hususta söz verin, ben de size cennete (girebilmeniz için) kefil olayım. (taahhut edeyim.)

1-Yalan söylemeyin, 2-Sözünüzde durun. 3-Emanete hıyanet etmeyin. 4-Elinize sahip olun, 5-Dilinize sahip olun, 6-İffetinizi koruyun. Evet. Buyurun tercihinizi yapın. Çok mu zor bir iş?


26-Hiç Kimse Cenneti Garanti Görmedi

Allahın sevgili kulları, hatta cennetle müjdelenen sahabe-i kiram bile cenneti kendisi için Garantie görmedi ve Allaha kullukta kusur etmedi. Hz. Ebu Bekir (RA) ölüm döşeğinde iken, ''Ey insan! İşte bu senin öteden beri korkup kaçtığın şeydir.'' ayetini okuyarak bir kaç defa tekrar etti.

Hz. Ömer (RA) ölüm döşeğinde iken şöyle diyordu: ''Eğer Rabbim bana merhamet etmezse yazık oldu bana.'' Yanındakiler O'nun bir çok iyiliğini hatırlatarak teselli etmeye çalıştılar. O ise şöyle dedi: ''Allaha yemin olsun ki güneşin üzerinde doğduğu her şey benim olsaydı, ölüm sonrası tehlikeleri def etmek için hepsini verirdim.''

Hz. Osman'ı (RA) şehit ettiler. Rabbine gitmek üzere iken şöyle dedi: ''Görüyorum ki ölüm, ne kalbi kırık birini ne de ülkelere zulm eden bir zorbayı dünyada bırakmıyor. Ölüm dağlara bile yüksek zirvelerden gelir.''

Hz. Ali (RA) da şehit edilmişti. Yaralı halde iken şöyle dedi: '' Ölümle gelecek ebedi yolculuk için hazır ol. Zira ölüm şüphesiz seni yakalar. Ölüm kuşu hayat ağacına konduğu zaman sızlanıp durma.''

Eb Derda (RA) ölüm anında iken ağlayıp sızlamaya başlamış. Hanımı O'na, ''Sen Allah Resulünün arkadaşı olduğun halde ağlıyorsun, öylemi? Diye kendisini teselli etmek istemiş, O, '' Nasıl ağlamayayım, Hangi günahlarımla karşılanacağımı bilmiyorum.''

Ebu Hureyre (RA) onlardan farklı değildi. Vefat edeceği zaman ağlarmış, ve ''Neden ağlıyorsun?'' diye sorulunca; Yolun uzaklığı, azığın azlığı, sarp ve dik yokuşlar, nihayet cennete mi yoksa cehenneme mi konulacağım korkusu beni ağlatıyor.'' diye cevap vermiştir.

Hz. Hasan (RA) Efendimizin (SAV) torunu. Ölüm zamanı yaklaşınca ağlamaya başlamış. Nedeni sorulunca, ''Görmediğim Rabbimin husuruza çıkıyorum.'' demiştir.

Abbasi halifelerinden Harun Reşid, ölümünün yaklaştığını fark edince, kendisine bir mezar kazdırır. Sonra ''Beni onun başına götürün.'' der. Kabrinin başında durur, uzun uzun bakar ve öyle ağlar ki etrafındakiler bile O'na üzülür. Sonra şöyle der: ''Ey saltanatı zail olmayan Allahım! Mülkü ve saltanatı elinden gidene merhamet et.''

İmam şafi hazretleri, ölüm haztalığı esnasında yanindaki dostlarından ''Nasılsınız?'' diyenlere şöyle der: ''Dünyadan göçüyorum. Dostlarımdan ayrılıyorum. Ecel şerbetini içiyorum. Nihayet Allahu tealanın huzuruna varıyorum. Bilemiyorum, cennete mi gideceğim ki kendimi tebrik edeyim? Yoksa cehenneme mi gideceğim ki kendimi teselli edeyim?

İşte büyük zatların bu kadar hassa olduğu ölüm konusunda hepimiz hassa olmalıyız. Sık sık tevbe istiğfar etmeliyiz.

 

İhsan AKINTÜRK
Kasım-2008
Burglengenfeld
Almanya

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 
  Bugün 11 ziyaretçi (18 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol