Allahın selamı üzerinize olsun sevgili dostlarım.
Sohbetimizin bu bölümünde Sevgili
Peyygamberimizin (SAV) mucizelerinden
bazılarını sizlere arz ediyorum.
Selam ve dua ile.
İhsan AKINTÜRK
PEYGAMBERİMİZİN (SAV) MUCİZELERİ
O´nu, taslar ve ağaclar selamladı. Kuzucugun körpe memesi O´nun için inci daneleri gibi süt verdi. Hurma kütüğü, O'nun firaki (ayrılığı) ile acı acı inledi. O'nun mubarek parmakları arasindan sular aktı. O'nun duasına evin eşiği ve duvarları Amin dedi... O, buluta isaret edip yağmur talebinde bulundu, bulut da derhal yağmur oluverdi ye yeryüzüne yağdı.
Resulullah buyurdu ki: ''Ben, hakikatte peygamberlerin ilki, bi`sette sonuncusuyum.'
Ebu Sehl der ki: ''Ben, Ebu Cafer Muhammed bin Ali´ye sordum:
--Ya Imam! Peygamberimiz en son gönde- rildigi halde, O´nun bütün peygamberlerin önüne geçmis olması nasıl oluyor?“
Bana şu Cevabi verdi:
--Cenab-i Hakk, ruhlar aleminde Adem- oğullarindan misak alıp ve onları öz varlıkları üzerine sahit tutup: `“Elestü birabbiküm (A'raf-172) ''Ben sizin Rabbi- niz değil miyim?“ diye sordugu zaman, Muhammed (s.a.v.) ilk olarak: ''Evet, Sen bizim Rabbimizsin'' cevabini vermistir. Böylece O, bütün peygamberlerin önune gecmistir...“
Resulullah buyurdu ki: ''Adem ruhla cesed arasındayken ben peygamberdim.''
Demek oluyor ki; O´nun nübüvvet ve risaleti, Adem (a.s.) zamanından ta kiyamete kadar umum halka samil bulunmakta, bütün peygamberler ve onların ümmetleri de O´nun ümmetinden sayılmaktadir.
Allahu Teala buyurdu: ''Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gonderdik''
Peygamberimiz de: ''Ben, bütün insanlara peygamber olarak gönderil- dim!“ buyurdu. Bu ayeti kerime ve hadisi şerif, O'nun yalnız kendi zamanından kıyamete kadar gelecek olanların degil, aynı zamanda kedinden önceki insanların da peygamberi olduğunu göstermektedir. Böylece, hem Peygamberi- mizin bu büyük özelligi anlaşılıyor, hem de hadisi şerifteki “Adem, ruh ile cesed arasinda iken ben peygamber idim“ beyanı da daha açık bir şekilde anlaşılmış oluyor.
O, peygamberler peygamberi olduğu içindir ki, yarın ahirette bütün peygamberler O´nun Livaül-Hamd sancağı altında toplanacaklar- dır. Zira O, daha dünyada iken Mi'raçta bütün Peygamberlerin önüne gecip onlara namaz kıldırmıştır...
işte bunun içidir ki, eğer O´nun gelişi Adem, Nuh, Ibrahim, Musa İsa veya bir diğer peygamberlerden herhangi birisinin zamanına rastlamıs olsaydı, onlara ve onların ümmetlerine O´na imam etmeleri ve O´na destek olmaları farz olurdu. Cünkü şanı yüce Allah, onlardan bu hususta misak almıştır. Yani söz almıştır. “Mutlaka O´na inanacak ve mutlaka O´na yardım edeceksiniz“ (Ali Imran-81)
Hz.Ömer'den rivayet: Resulüllah Efendi- miz şöyle buyurdular: “Adem (a.s) cennette malum hatayi isledigi zaman,
--Ya Rabbi! Beni, has kulun Muhammed hürmetine bağısla!“ diye dua etti. Allah da kendisine:
--Ya Adem, Muhammed´i nasıl tanıdın?“ diye sordu. Adem şöyle cevap verdi:
--Ya Rabbi! Sen beni yarattığın ve ruhundan bana üflediğin zaman, başımı kaldırıp yukarı bakmıştım. Iste o sırada Arşın sütunları üzerinde: ''La ilahe illallah! Muhammedün Resulüllah'' yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki Sen, kendi adının yanına ancak en sevgili kulunun ismini koyarsın.“ Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: --Evet ya Adem, dogru söyledin. Eğer Muhammed olmasaydı (yani Onu yaratmasaydım) Ben seni yaratmazdım. diye buyurdu.
Resulullah buyurdu ki: ''Ben mirac gecesi semalara çıktığımda, her bir semada adımın ''Muhammed Allah´ın resulüdür!“ diye yazılı olduğunu görmüşümdür.''
Resulüllah buyurdu ki: ''Cennette mevcut her bir ağacın her yaprağında: La ilahe illallah, Muhammedün Resulüllah“ diye yazılıdır.“
Resulullah buyurdu ki: “Adem (a.s.)´in iki omuzu arasında: “Muhammed Allah´ın resulüdür ve bütün peygamberlerin hatemi (sonuncusudur)'' diye yazıl mıştır.“
Resulüllah buyurdu ki: ''Davud´un oğlu Süleyman´ın yüzüğünün nakışında “La ilahe illallah Muhammedün resulüllah = Allah´tan baska ilah yok, Muhammed de Allah´ın resul´dür.“ yazılıdır.
Peygamberimiz öylesine yüce ve büyük bir Peygamberdir ki, O'nun adı Hz Adem zamanında ve Yüce Melekut Alemlerinde okunan ezanlarda anılmıştir.
Allahu Teala buyurdu ki: ''O gercek mü`minler ki onlar, yanlarındaki Tevrat ve Incilde yazılı buldukları o elciye, o ümmi peygambere uyarlar.“ (A`raf-157)
Allahu teala buyurdu ki: ''Muhammed, Allah´in elcisidir. O´nun yanında bulunan- lar, kafirlere karşı siddetli, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onlarin rüku ve secde ederek Allah´in lütuf ve rızasını aradıkla- rını görürsün. Yüzlerinde secdelerin izin den nişanları vardır. Onların Tevrat´taki vasıfları, Incil´deki vasıfları da şudur: Bir ekin gibidirler ki, o ekin filizini çıkarmış ve o filizi güçlendirmistir.'' (Fetih-29)
Ibn-í Abbas şöyle demistir: ''Peygamber (s.a.v.) bir defasinda buyurdular ki: -Ben, ta Adem´den beri nikaha dayalı helal ilişkiden çıkıp geldim! Benim nesebimde hiç meşruiyet dışı temas olmamıştır.“
Hz. Ali (RA) şöyle buyurmuştur: ''Peygamber (s.a.v.)buyurdular ki: -Adem´den ta anam beni doguruncaya kadar, hep nikaha dayalı temiz ve meşru alakalardan cıkarak geldim! Cahiliyenin o çirkin işlerinden nesebime hiç bulaşmamıştır.“
Resulüllah´ın ashabı sordular:
--Ey Allah´in Resulü, bize kendinizden haber verir misiniz?“ O da cevaben
--Ben babam Ibrahim´in duası, kardeşim İsa´nın müjdesi, anamın müjdeli rü´yasıyım. Annem bana hamile kaldığı zaman, Şam´daki köskleri aydınlatacak kadar büyük bir nurun kendisinden çıktığını görmüstü.“
Peygamberimizin Yaratılışı İle İlgili Mucizeler ve Özellikleri
1-Nübüvvet Mührü:
Cabir bin Semura der ki: “Ben Resulüllah Efendimiz´in iki omuzu arasındaki nübüvvet mührünü, tıpkı bir güvercin yumurtası seklinde gördüm. Rengi de, kendi teninin rengine yakındı.''
2-En Büyük Mucize, Kur'an-ı Kerim
En son ve en büyük Peygamber Hz. Muhammede Allah tarafından gönderilen Kur'an-ı Kerim, Peygamberimizin en büyük mucizesi ve müslümanların kutsal kitabıdır. Peygamberimize indiği günden beri 1400 küsür yıl geçmesine rağmen hiç bir değişikliğe uğramadan bize kadar gelmiş ve kıyamete kadar da yine hiç bir değişikliğe uğramadan devam edecektir. Çünkü onu Allah koruyacaktır. Onun sahibi Allahtır. (Ayet: Hicr-9: Onu biz indirdik ve onun koruyucusu da biziz.) Bütün insanlığa gönderilen, insanlığın bütün ihtiyacını her devirde karşılayacak olan, insanlığa yön veren hakikat ve hikmetlerle dolu kitabımız Kur'an-ı kerim bir çok hikmet ve hakikatlerle doludur.
İsra-88: De ki, Andolsun eğer insanlar ve cinler şu Kur'anın bir benzerini getirmek üzere toplansalar, yine onun benzerini getiremezler. Birbirlerine arka olup yardım etseler bile.
Bakara-23: Eğer kulumuz Muhammede indirdiğimiz- den şüpheniz varsa, haydi onun gibi bir sure de siz getiriniz. Allahtan başka bütün şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırınız, eğer doğru iseniz bunu yapınız.
Tur-34: Eğer doğru iseler haydi onun gibi bir söz getirsinler
Peygamberimiz buyurdu ki: ''Önceki peygamberlerden her birine, insanların o sayede imana girecekleri bir mucize verilmiştir. Ancak Allahın bana verdiği mucize, Allahın vahyinden ibaret olan Kur'an mucizesidir.''
Müşriklerin ileri gelenlerinden Velid bin Muğire bir toplantı yapar. Toplantıya katılanlara dedi ki; ''Yakında Kabeyi ziyaret için çeşitli kabilelerden bir çok arap gelecek. Bu gelenler mutlaka Muhammedi duyacak- lar. Ve bu hac mevsiminde en çok O konuşulacak. Bu hususta söyleyeceğiniz sözü şimdiden kararlaştırınız. Her biriniz farklı şeyler söylerseniz müşkül duruma düşeriz. Herkes birşeyler söyledi: Bir kısmı:
--'Muhammed bir kahindir'' deriz. Velid :
--Olmaz. O bir kahin değildir. Biz ne kahinler gördük. Onun okuduğu şeyler kahin mırıltısı değildir.'' dedi. Bir başka grup:
--Öyleyse mecnun deriz'' dediler. Velid:
--Olmaz, O mecnun değildir. Bir başkaları:
--Öyleyse Şair deriz'' Velid:
--Bu da olmaz. Muhammed bir şair de değildir. Biz şairler de gördük, şiirlerini de gördük. Muhammedin okuduğu şeyler şiire benzer şeyler değildir.'' Bir başka grup:
--Öyleyse sihirbaz deriz.'' dediler.Velid:
--O bir sihirbaz da değildir. Biz çok sihirbazlar ve sihirler gördük. Muhammed'de bunların hiç birisi mevcut değildir.'' dedi.
--Peki ne diyelim o zaman?
Velid biraz başını yere eğdi, bir an üşündü ve şöyle dedi:
--Vallahi Muhammed hakkında ne söyleseniz boş ve batıl olduğu anlaşılacak- tır. Zira O'nun okuduğu kelam bunların hiç birisi değildir. O öyle bir şeydir ki eşsiz bir güzelliği ve benzersiz bir tatlılığı vardır. Fakat siz yine de ona -O bir sihir- bazdır- deyin. Başka çaremiz yoktur.'' dedi
3-İsra ve Mi'raç Mucizesi
Efendimiz bir gece (Kadir gecesi) Mescidi Haramdan (Mekke'den) Mescid-i Aksaya (Kudüs'e) götürülmüş, oradan da semavatı (gökleri) aşıp sidre-i müntehaya (alemler ötesine) yolculuk etmiştir. Bu yolculuk, O'na Allahın bir lütfudur. Bu yolculuk ruh ve beden ile birlikte uyanık olarak bir gecede gerçekleşmiştir.
Peygamberimiz (SAV) buyuruyor ki; ''Ben bir gece Kabenin avlusunda (Hatim kısmın- da) yatıyordum. Uyku ile uyanık- lık arasında idim. Derken bana birisi geldi. Şuradan şuraya kadar göğsümü yardı. (boğaz çukurundan, kıl biten yere kadar olan kısmı işaret ediyor.) Kalbimi çıkardı. Sonra bana içerisi iman ve hikmetlerle dolu altından bir kap getirildi.Kalbim yerinden çıkarılıp su ve zemzem ile yıkandı. Sonra imanla-hikmetle doldurulup tekrar yerine konuldu. Sonra beyaz bir binek getirildi. Bu Burak idi. O'na bindirildim. Ön ayağını gözünün gittiği en son noktaya kadar koyarak yol alıyordu.
İşte bu olağanüstü yolculuk bu şekilde başlamıştı. Bu yolculuğun Mescid-i Aksaya (Kudüs'e) kadar olan bu bölümü (Yani Mescid-i Haramdan-Mekkeden Mescid-i Aksaya-Kudüse kadar olan kısmı) İsra olayıdır. Bundan sonraki bölümü ise Miraç olayıdır. Mescid-i Aksada Miraç kurulur. Yani merdiven, veya asansör. Ve Peygambe-rimizle özdeşleşen Miraç olayı, O'nun madde aleminin ötesine ulaşarak bir çok manevi alemi bizzat görüp müşahade etmesi ve hiç bir yaratılmışın ulaşamadığı o büyük ve izahı zor mevkiye ulaşmasıdır.
Yani efendimizin bizzat Allahu tealanın yüce makamına varması, -Yaklaş bana Ya Muhammed!sesini duyması olayıdır.
Hz. Muhamed burada rabbinin eşsiz kudret va sanantını gördü, Hiç bir yaratılmışa nasib olmayan nimetlere kavuştu. Hiç kimsenin görüp duymadığı, ve görüp duyamayacağı olaylara şahit oldu.
İşte bu İsra ve miraç olayı tamamlanınca, Efendimiz Efendimiz yolculuğa başladığı yere geri dönmüştü. (Hatim kısmına.) Ve ertesi gün, o gece yaşadıklarını insanlara anlatmak istediğini söyledi. Amcasının kızı Ümmühan buna mani olmak istedi. Çünkü anlattıkları insanın aklı ile izah edilecek şeyler değildi. Hele Mekkenin o cahil insanlarına ise çok zordu.
Ümmühan, Mekkeliler Efendimizle alay ederler diye korkuyordu. Ama Efendimiz bunları insanlara bir bir anlattı. Başta Ebu Cehil olmak üzere gürültüler koparmıştı. Bu arada Mescidi Aksayı bilenler, Onun hakkında birşeyler soruyorlardı. O'da bütün sorulan sorulara doğru bir şekilde cevap veriyordu. Herkes şaşkınlık içinde idi. Ama bu durum mü'minlerin imanını artırıyor, inkar edenlerin de inkarını artırıyordu. Hatta imanı zayıf olanlardan islamdan çıkıp eski hallerine dönenler bile oldu. Ebu Bekir'e koştular.
--Ey Ebu Bekir! Senin arkadaşın Muhammed böyle böyle diyor? O;
--Bütün bunları O mu söylüyor?
--Evet. diyorlar. Ebu bekir:
--Eğer Muhammed söylemişse doğrudur.
--Yani sen Onun bir gecede Mekke'den Kudüs'e gidip sonra da geri geldiğine inanıyor ve tasdik ediyorsun, öylemi? O;
--Evet. Ben O'nun bundan daha öte söyle- diklerini de kabul ettim. der. Ve bundan sonda Ebu Bekir, ''Sıddık'' unvanını alır.
Her müslümanın İsra ve Mi'raç olayına Hz. Ebu Bekir gibi inanması şarttır. Efendimiz bir şeyi haber vermişse onun doğruluğunda en küçük bir tereddüt/şüphe olmaz. Çünkü O kendili- ğinden bir şey söylemez. Rabbimiz buyurdu ki: ''O kendi arzusuna göre konuşmaz, bildikleri vahyedilenlerden başka bir şey değildir.'' (Necm-5) Yani O kendiliğinden konuşmaz, gelişigüzel konuşmaz, ilim dışı konuşmaz. Rabbi o'na neyi emretti ise onu konuşur. Kendisi bir şey uydurmaz.
İşte insanın akli melekesini zorlayan bu isra ve miraç hadisesi de Efendimizin bir başka mucizesidir. Mucizenin gerçek sahibi Allahtır. O ne isterse o olur. ''O bir şeyi murad ettiği zaman ona ''Ol'' der ve o da oluverir.) (Yasin)
4-Dünyaya Gelişini Ehli Kitap Müjdeledi
Hassan bin Sabit şöyle der: ''Ben, henüz yedi-sekiz yaşlarinda bir çocuktum. Görüp duyduklarımı anlayabiliyordum. Iste bu sırada bir yahudi Medine´deki evi üzerinden söyle bağırmakta idi:
“Ey yahudiler! Toplanınız, buraya geliniz! Yahudiler toplandı ve dediler ki:
--Bizi neden topluyorsun?“ O;
--'Ahmed bu gece dünyaya geldi, yine bu gece onun yıldızı da doğdu!“ dedi.
5-Resulullah (SAV) Doğduğu Gece Meydana Gelenler:
Mahzum bin Hani der ki: ''Yaşı yüzelli lerde bulunan babam söyle anlatırdı
--Vaktaki Resulüllah Efendimiz´in doğumu gerceklesti, o gece Iran hüküm- darı Kisranın sarayında sarsıntılar olup eyvanlar uzerin- deki kulelerin ondördü yıkılmış, save gölü kurumuş, bin seneden beri yanmakta olan mecusilerin ateşi sönmüş, Semave deresi adeta coşmuştu.
6-Resulullah (SAV) Sünnetli Olarak Doğdu:
Resulullah buyurdu ki: ''Benim sünnetli olarak doğmam ve kimsenin benim avret yerimi görmemiş olması, Rabbimin bana lutfettiği kerametlerden biridir.“
İslam alimleri şöyle bir tesbitte bulunmuşlardır. Hz. Adem sünnetli ola- rak yaratıldı. Ondan sonra oniki pey- gamber sünnetli olarak doğdu. Ve en son Peygamber Hz. Muhammed (SAV) de sünnetli olarak doğdu. Sünnetli olarak do- ğan değar peygamberler ise şunlardır: Hz. Şit, Hz. İdris, Hz. Nuh, Hz. Sam, Hz. Lut, Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. Süleyman, Hz Suayb, Hz. Yahya, Hz. Hud ve Hz. Salih.
7-Küçük Muhammedin Bereketi, Yağmur Duası:
O'nun mucizeleri, O'nun olağanüstü özelliklere sahip olduğu küçük yaşlarda kendisini gösteriyordu. Mekke´de kuraklık vardı.Kıtlık hüküm sürmekte idi. Kureyş ileri gelenleri Ebu Talib´e giderek:
--Görüyorsunuz ki, vadiler kurudu, çoluk çocuk aç. Lutfedin de yağmur duasına çıkınız.
Ebu Talib de duaya çıktı. Yanında öyle bir çocuk vardı ki, yüzü sanki karanlık buluttan sıyrılıp çıkan güneş gibiydi. Etrafinda da bazı cocuklar bulunuyordu. Ebu Talib O´nun elinden tutarak Kabe´nin yanına gitti, arkasını Kabe´ye dayadı. Çocuğun sehadet parmağını yukarı tutarak dua etti. Havada ise hiç bulut yoktu. Derken sağdan soldan bulutlar birikti ve yağmur yağmaya başladı. Yağdı da yağdı. Vadide seller aktı. Köylü ve kentli herkes bol nimetlere kavuştu.
Mekkenin gelenekleri ve hava şartları gereği küçük çocuklar süt anneye verilirdi. Peygamberimiz de çok küçük yaşta Halime adında bir süt anneye verildi ve beş yıl süt annesinin yanında kaldı. Süt annesi Hz Halime dier ki,
--Çocuğu alıp getirdiğim zaman, süt verdim. Göğüslerim sütle dolmuştu. O doyuncaya kadar emdi. Sonra onun süt kardesi olan kendi çocuğumu (Şeyma) emzirdim. O da doyuncaya kadar emdi. Kocam, dişi devemizi sağmaya gittiği zaman, onun da göğüslerinin sütle dolu oldugunu görmüş ve sağıp getirmisti. Onun sütünü de kocam ve ben doyuncaya kadar içtik. O gece, bizim için gercekten hayırlı bir gece olmustu. Kocam bana dedi ki,
--Ey Halime, gercekten sen, cok hayırlı ve mübarek bir çocuk almışsın! Baksana, bu gece ne kadar hayır ve berekete nail olduk! O gece ve ondan sonraki gün ve gecelerde, hayır ve bereketimiz gittikçe artmıştı.
8-Allah´ın, Onu Cahiliye Adetlerinden Koruması
Ebu Talib zemzem kuyusunu yapmağa çalışıyordu. Peygamberimiz de kendisine taş getiriyordu. Izarını alıp omuzuna koydu, bu suretle tasların zarar vermesin- den sakınmak istemişti. Derhal bayılıp yere düştü. Ayılıp da ayağa kalktığı zaman, Ebu Talib kendisine ne olduğunu sordu. O da cevabında:
--Beyaz elbiseli biri gelip ''Ya Muhammed örtün! diye haykırdı. Bu sesin te´siriyle bayılıp düştüm“ demiştir.
Işte bir peygamberlik alameti olarak Peygamberimiz´in gördüğü ilk semavi olay da bu olmuştur.
Sahabeden Cabir bin Abdullah der ki:
--Kabe´nin yeniden yapımı sırasında idi. Efendimiz de sırtında taş taşıyordu. Üzerinde belden asağı doladıkları izar denilen giysi vardı. Amcası Abbas O´na dedi ki:
--Ey kardeşimin oğlu! İzarını çözsen de çalışsan, daha rahat çalışırsın. Izarını omuzuna alıver! Taşlar omzunu harap etmesin.
Cabir bin Abdullah diyor ki;
--Peygamberimiz de bunun üzerine izarını çözüp omzuna koydu ve derhal baygın yere düştü. Bundan sonra bir daha böyle yaptığı hic görülmedi.
Kureys´in adetine göre, bir çocuk dünyaya geldiği zaman, onu kadınlara teslim ederler, onlar da o cocuğu sabaha kadar bir kazanın altına kapatırlar idi. Resulüllah doğduğu zaman da, Abdülmuttalib onu kadınlara teslim etti, onlar da onu sabaha kadar bir büyük kazanın altına kapattılar. Sabahleyin onun yanına geldikleri zaman, üzerine kapattıkları kazanın ikiye ayrılmış olduğunu gördüler. O´nu da, gözlerini açmış semaya bakar bir halde buldular ve Abdülmuttalib´e giderek durumu anlattı- lar. Abdülmuttalib de onlara dedi ki:
--O´nu iyi koruyun! O´nun ileride büyük bir hayra ereceğini ümid ediyorum. Abdülmuttalib, O´nun doğumunun yedinci gününde, bir kurban kesti ve Kureyş´e ziyafet verdi. Yemek yenildikten sonra dediler ki:
--Ey Abdü´l-Muttalib, ona (torununa) ne isim verdin?“ O da:
--O´na Muhammed adını verdim!“ dedi.
--Ailene mensub olanların isimlerinden birini niçin vermedin?“ diye sordular. O:
--Ben O´na gökte Allah´ın sevgilisi, yeryüzünde de insanlığın sevgilisi olması için Muhammed adını verdim! dedi.
Kureyşliler Kabe´yi onarırken sıra Haceru´l-Esved´in yerine konulmasına gelince, büyük bir ihtilafa düştüler. Onu hangi kabilenin yerine koyacağını tayin edemiyorlardı. Dediler ki:
--Ilk gelecek olan zatı hakem tayin edelim! Bunu kabul edip anlastılar. Derken Resulüllah çıkageldi. Bu sırada kendisinin yaşı Otuzbeş idi. O´nu hakem tayin ettiler. O da Hacerul-Esved´in bir yaygı içine konulmasını ve yaygının her tarafından bir kabile reisinin tutarak hep beraber yerine konulmasını teklif etti. Hepsi bunu kabul ettiler ve böyle yaptılar. Hep beraber onu konulacağı yere kadar taşıdılar. Peygam-berimiz de onu yaygıdan alıp yerine kendi eliyle koyuverdi. Böylece üzerinde siddetle ihtilaf edilen bu mes´ele halledilmiş oldu... Sonra yaşı ilerledikce O´nu daha cok sever ve sayar oldular. Kendisini sadece El-Emin diye çağırmaya başladılar. Hatta hiç biri, Hz. Muhammede dua ettirmeksizin hayvan boğazlamaz oldu. O da onların hayrına dua ediverirdi.
9-Peygamberimizin (SAV) Amcası Ebu Talib ile Şam Seferi, Vukua Gelenler ve Rahip Bahira:
Peygamberimiz´in dedesi vefat ettikten sonra kendisini amcasi Ebu Talib himayesine almıştı. Kureyş´ten bir kafile ticaret için Şam´a çıkarken bu kafileye Ebu Talib de katılmıştı. Yanında Peygam berimiz de vardi. Kafile yoluna devam edip Busra denilen yere vardıkları zaman istirahete cekildi. Burada (yani konaklanan bu Busra şehrinde) Bahira adında bir rahip vardı. Kendisi hristiyanların en bayük alimi idi. Son derece alim birisi idi. Kureyş kafilesi bu sefer daha kalabalik idi. Rahip Bahira, kendisine mahsus yerde ibadet ederken, uzaktan gelmekte olan kervanı bir bulutun takip ettiğini, yani kervanın üzerinde bir bulutun birlikte seyrettiğini farketmişti. Kafile gelip bir ağacın altına yerleştiği zaman, ağacın dallarının, güneşte kalan bir gencin (Peygamberi- mizin) üzerine doğru meylederek O'nu gögelendirdiğini de farketmişti. Bu sebep le kendilerine fazla iltifat gösterip işin as- lını iyice öğrenmek istemişti. Buna vesile olmasi icin de büyük bir ziyafet verdi.
Daha önce kendileriyle ilgilenmeyen rahib Bahira, bu sefer onlar için yemek hazırlatıp kendilerini yemeğe çagırdı. Kücük büyük hür veya köle herkesin gelmesini de tenbihlemişti. Herkes geldi, fakat Peygamberimiz, genç oldugu için esyanın ve develerin başında bekci kaldı.
Kureyş kervanındakilerden birisi, ziyafet yerine geldigi zaman, Bahira'ya hitaben şöyle der:
--Biz buraya cok uğrardık. Böylesine bir iltifatı daha önce görmedik“ Bahira da şu karşılığı verdi:
--Dogru söylersiniz. Fakat sizler misafirsiniz. Hepinizin yiyeceği bir yemekle sizlere ikramda bulunmak istedim.“
Ayrica Bahira Peygamberimizin gelmemiş oldugunun farkına vararak:
--Ey kavim! Ben sizlerin hepinizin gelmesini istemiştim, fakat içinizden gelmeyen de var!“ dedi. Kureyşliler:
--O gençtir, ağacın altında eşyalarımızın başında kaldı. dediler . Bahira:
--Olmaz mutlaka onu da getiriniz“ diye israr etti. Kureyşli kervandan biri de:
--Gercekten Ebu Talibin yeğenini bu ziyafetten mahrum etmemiz, bize layik degildir“ diyerek gitti ve Peygamberimizi de getirdi. Peygamberimiz geldikten sonra Bahira hep kendisini dikkatle süzüp gözden geçiriyordu. Kureyş yemeği yedik- ten sonra dağıldı. Bahira Peygamberimize hitaben:
--Ey genç, Lat ve Uzza adındakı putlar hakkı için sana soracaklarıma cevap ver!“ dedi. Peygamberimiz ise:
--Ben hiçbir zaman Lat ve Uzza adına birşey yapmam! Benim en çok kızdığım şeyler putlardır!“ cevabini verdi. Bahira'nin öyle söylemesi, Peygamberimi- zin kavminin öyle yemin ettiklerini daha önce işitmiş olmasındandı. Peygamberi- mizden bu cevabı alınca:
--Ey Muhammed, Allah adına, sana sora- caklarıma cevap ver. dedi. Peygamberimi;
--Madem ki Allah adına soruyorsun, sen sor, ben de cevaplarını vereyim“ dedi.
Bunun üzerine Bahira, Peygamberimizin şahsi ahvaline, işlerine ve uykusuna varıncaya kadar pek çok şeyi sordu. Peygamberimiz de hepsinin cevabını verdi.
Bahiranın Aldığı bütün cevablar, o husus- lardaki bilgilerine uygundu. Sonra Peygamberimizin arkasına bakıp iki omuzu arasındaki nübüvvet mührünü gördü. Sonra amcası Ebu Talibe dönerek:
--Bu genç senin neyin oluyor? diye sordu.
--Oğlum“ dedi Ebu talip. Bahira:
--Bu, senin oğlun olamaz! Bunun babası yaşıyor olmamalı. dedi. Ebu Talib
--O, benim kardeşimin oğludur ve adeti- miz gereği ben O'na oğlum derim dedi. Bahira:
--Babasına ne oldu?“ diye sordu. O da:
--Öldü, o sırada anası bu gence hamile idi. dedi. Bahira:
--Dogru söyledin“ dedi ve ilave etti:
--Sen hemen bu genci al ve memleketine götür! Bilhassa yahudilerden O'nu iyi sakla. Allaha yemin ederim ki, eğer yahudiler onu görecek olurlar ve tanırlarsa, muhakkak ona büyük kötülük ederler, onu öldürüler. Zira senin kardesinin oğlu olan bu zat için, çok büyük seyler olacaktır.
Bunun üzerine Ebu Talib, ticaret işlerini derhal bitirip büyük bir acelecilikle yeğenini alarak, Mekkenin yolunu tuttu.
10-Peygamberimizin Semail-i Serifesi - Hilye-i Nebisi
Hasan bin Ali´den rivayet edildiğine göre, O şöyle demiştir:
--Dayım Ibn-i Ebi Hale´ye Peygamberimiz´in Hilye´si hakkında sordum, bana verdiği cevapta dedi ki:
--O, büyük ve kuvvetli idi. Mubarek yüzü, ayın ondördü gibi parlardı. Boyu, ortadan az uzunca, başı büyük ve saçı biraz dalgalı idi. Eger saçı kendiliğinden ayrılırsa onu kendi halinde bırakırdı. Saçını uzattığı zaman, kulak yumusağını geçerdi. O, pembemsi beyaz tenli, geniş alınlı, ince ve gür kaşlı idi ve kaşları arasında fazla açıklık yoktu. Iki kaşı arasında bir damar olup kızdığı zaman şişerdi. Burun ucu inceydi ve nur gibi parlardı. Fazla dikkat etmeyen, bu yüzden burnunu uzun zannederdi. Sakalı sık, gözbebeği simsiyah, yanakları düz, ağzı büyükce, dişleri gayet güzel ve seyrekce idi. Göğsünden göbeğine doğru inen incecik bir kıl cizgi vardı. Boynu gümüş gibi parlardı.
O´nun vücud yapısı ve bütün organları gayet mu´tedil ve mütenasibdi. Ne şişman, ne de zayıf idi. Gögsü ile karnı aynı hizadaydı. Gögsü aynı zamanda geniş idi. Keza iki omuz arası geniş, el ve ayak parmakları uzun, kalın ve kuvvetli idi. Kolları kıllı, memeleri kılsızdı. Elleri geniş, kolları uzun, el ve ayak parmak- larının kemikleri düz ve pürüzsüz idi. Her iki ayağının altı biraz cukurdu. Üzerleri ise düz ve pürüzsüzdü. Ayakları ıslandığı zaman, su üzerinden kayar giderdi. Yürürken ayağını kuvvetle kaldırır ve ileriye atardı. Adımları genişti. Kolay, kuvvetli ve vakarlı yürürdü. Döndüğü zaman, yalnız boynu ile değil, tam dönerdi. Bir seye bakmak ihtiyacı olmadığı zaman gözünü yumardı. Hayası ve tevazuu son derece olup, yukarı daha az, asağı daha cok bakardı. Bakışlarının pek çoğu, göz kenari ile olurdu. Karşılastığı kimselere önce kendisi selam verirdi.
Hasan bin Ali diyor ki:
--Ben, dayıma dedim ki: O´nun konuşması nasıldı? Bana bunu da anlatir misin? O da:
--O devamlı düşünceli ve hüzülü idi, rahat nedir bilmezdi. Ihtiyaç olmadıkca konuşmaz susardı, sükutu cok uzun sürerdi. O, Arabın daima beğenip övdügü gibi ağzını doldura doldura konuşurdu. Sözü çok güzel ve anlamlı söyler, az kelime ile cok mana ve hikmetler dile getirirdi. Konuşmalarında, fazla veya eksik bir sey olmazdı... Bütün sözleri açık ve üstün olup, bazan tam anlaşılsın ve iyi bellensin diye üç defa tekrerladığı olurdu. Yumuşak huylu ve alçak gönüllü idi. Herhangi bir nimeti asla küçümsemez, yemeği arzu etmese bile zemmetmezdi. Mücerred tat alma duyusu bakımından, ne kötüler, ne de överdi. Allah´ın haklarından herhangi birine taarruz edildigi zaman, O´nun öfkesinin önüne geçilmezdi. Mutlaka o hak, yerine getirilirdi. Fakat kendi şahsına ait herhangi bir şeyin zayi edilmesi sebebiyle öfkelenmez, illa hakkımı alaca- ğım diye peşine düşmezdi. Bir şeye işaret etmek ihtiyacını duyduğu zaman, elinin ta- mamı ile işarette bulunur, hayret ettigi za- man da elini asagı yukarı çevirirdi. Öfkelen diği zaman, yüzünü çevirir ve su- sardı. Se- vindiği zaman gözünü yumardı. Çoğu za- man gülmesi, tebessüm etmekten ibaretti. Bu sırada mubarek dişleri, beyaz dolu daneleri gibi görülüp parlardı.“
11-Peygamberimizin Hilkati (Yaratılışının Sıfatı)
Bera bin Azib demistir ki:
--Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz, bütün insanların yaratılışca en güzeli idi! Mubarek yüzleri de bütün insanların yüzlerinden daha güzeldi.
Abdullah bin Revaha der ki:
--Eğer Onun elinde mucizeler olmasaydı, beş parmağı beş musluklu çeşme gibi ümmetine su akıtmasaydı, elini koyduğu yemek bereketlenip yüzlerce insanı doyuran mucizesi olmasaydı, ağaçlar ve taşlar kendisiyle konuşmasaydı, üzerinde hütbe irad ettiği kütük onun ayrılığına dayanamayıp inlemeseydi dahi O'nun mübarek görüntüsü, O'nun Allahın peygamberi olduğuna dair yeterli bir delildi.
Cabir bin Semura demistir ki:
--Ben, bulutsuz bir gecede Peygamber Efendimiz´i gördüm, üzerinde kırmızı renkte bir hırka vardı. Ben, bir O´na bir de ay´a baktım, O, ay´dan daha güzeldi.
Ka´b bin Malik şöyle der:
--Peygamberimiz, sevinip sürurlandıkları zaman mübarek yüzleri, bir ay parcası gibi nur saçardı.
EbuHüreyre şöyle demistir:
--Peygamber (s.a.v.)´den daha güzel bir şey görmedim! Sanki günes, Onun mübarek yüzünde cereyan ediyordu. Ondan daha hızlı yürüyen birini de görmedim. O kadar ki, (O yürürken) sanki yer dürülüyor sanırdınız. Biz ne kadar hızlı yürüsek, yine de O´na yetişemezdik.''
Allah Resulü her açıdan yaratılmışların en üstünü ve en mükemmeli idi.
Bir gün Hz. Aişenin yanında, Hz. Yusufun güzelliğinden konuşulur. Hz. Yusuf'un göz kamaştıran güzelliği karşısında hayran kalmış ve kendilerinden geçmiş Mısırlı kadınların, ellerindeki bıçaklarla farkına varmadan parmaklarını doğradıklarından söz edilir. Hz. Aişe annemizin yüzünde acı bir tebessüm beliriverir. Ve hafifce şöyle der:
--Yazık. O kadınlar Yusuf'u görmüşler, güzelliğine dayanamayıp parmaklarını kesmişler. Bir de benim efendimi görselerdi, Allaha yemin olsun ki O'nun güzelliğine dayanamazlar da o bıçakları kalplerine saplarlardı.
12-Peygamberimizin Boyunun Özelligi
Hz.Aişe şöyle der.
--Peygamber (s.a.v.), ne cok uzun boylu idi, ne de fazla kısa boylu idi, (ikisi ortası) orta boylu idi O´nun boyu; yalnız başına yürümesi ile, baskaları ile birlikte yürümesi halinde baskalık arzederdi. Insanların en uzun boylusu ile yürüdüğü zaman, Onun boyu, yanında yürüyenden daha uzun olurdu. Her iki tarafındaki iki uzun boylu kişiden, daha uzun görünürdü. Onlardan ayrıldığı zaman ise, yine orta boylu olarak kabul görülürdü.
Ibn-i Seb Hasais adlı eserinde, Efendimizin bu özelliği hakkında şu ifadeyi kullanmıştır:
--Peygamberimiz oturduğu zaman da, mubarek omuzları, yanında oturanların omuzundan daha yüksek olurdu.
13-Peygamberin Koltuk Altının Beyaz Oluşu:
Hz. Enes der ki:
--Ben Resulüllah´ı (s.a.v.); ellerini kaldırmış dua ederlerken gördüm, ellerini, koltuklarının beyazlığı görülecek derecede kaldırmıştı''
Bütün insanlarda, koltuk altının rengi, kendi derilerinin renginden biraz değisikliğe uğramış bir vaziyettir. Pey- gamberimiz´de ise, bunun tersine, bembeyaz idi. Bu, kendilerine has, bir özellik idi. Imam Kurtubi de, böyle demiş, ayrıca Peygamber Efendimizin Koltuk altında kıl olmadığını da ifade etmişlerdir.
14-Cebrail (AS)'ın Peygamberimizin Göğsünü Yarması:
Hz. Enes'ten rivayet edilir. O der ki:
--Peygamber Efendimiz, cocuk arkadaş ları ile oynarken Cebrail (a.s.) gelmiş ve O`nu alıp yere yatırmış, gögsü nü yararak kalbini cıkarmış, kalbini yararak içinde bir pıhtı cıkarmış ve: ''Iste bu seytanın nasibidir!“ demistir. Sonra Onu dadısına getirmisler ve: ''Muhammedi öldürdüler'' diyerek feryad etmislerdir. Onlar da koşarak gelmişler ve Peygamberimizi rengi uçuk bir vaziyette bulmuşlardır.
Enes diyor ki:
--Ben, Peygamber Efendimiz´in (SAV) göğsündeki dikiş yerini görmüstüm.
Bu konuda Imam Beyhaki diyor ki: ''Ihtimaldir ki Resulüllah Efendimizin göğsünün yarılması mucizeleri, birkaç defa vaki olmuştur.
Birincisi Süt annesi Halime´nin yanında iken,
İkincisi peygamber olarak gönderildiği sırada,
Ücüncüsü de Mirac gecesi´nde oldu.''
Ben de derim ki, (diyor İmam Beyhaki:)
--Süt annesi Halime´nin yanında iken, göğsünün yarıldığına dair müteaddid riva- yetler vardır. Bunların hepsini gözönüne alarak deriz ki, Peygamberimiz´in göğsü- nün yarılması olayı, gerçekten bir defa değil, birkaç defa vukua gelmiştir ve bu üç defa olmuştur.
Üç defa vukua geldiğini açıkca beyan edenlerden, Ibn-i Hacer der ki:
--Bu aynı zamanda yıkama ve temizleme- deki sünnet olan üçlemeye benzemek- tedir... Buna üç ayrı vaktin ayrılmış olması da cok manalıdır. Birincisi, seytani vesveselerden korunmada, en mükemmel bir hal üzere yetişip gelişmesi için seçilen sabilik (çocukluk) vaktidir. Ikincisi, Vahiy gibi ilahi bir emaneti-imameti tam bir ehliyetle yükleneceği vakitdir. Ücüncüsü ise; ilahi huzura çıkarılacağı ve yüce Alaha en yakın makamda münacatta bulunacağı İsra ve Miraç zamanıdır
15-Allahın Sıfatını Alan Nebi:
Tevbe-128: ''Andolsun size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, mü'minlere karşı çok merhametlidir.'' Allahu Teala bu ayette kendi isimlerinden olan ''Rauf'' ve ''Rahim'' sıfatlarını Peygam berimize de vermiştir. Rauf=Çok şefkatli, düşkün. Rahim= Çok merhametli demek- tir. Diğer peygamberlerin hiç birisi bu iki sıfatın ikisine birden mazhar olmamıştır.
16-İlk Vahiy
Aişe annemiz der ki: (Buhari/Müslim) ''Peygamber Efendimiz´e ilk gelen vahiy, rüya şeklinde olmuştur. (Yani güzel rüyalar görürdü ve hepsi ortaya çıkardı.) Süphesiz bunlar, salih rüyalar idi. Her biri, sabah aydınlığı gibi hak olarak tecelli ediyordu. Sonra O´na, yalnızlık sevgisi verildi. Hıra Dağı´na gider, orada ibadete dalardı. Bunlar, ibadetle geçirilen sayılı gecelerdi. Azığı tükennince döner gelir, Hatice de kendisine azık hazırlar, tekrar Hira´ya giderdi. Derken ansızın melek kendisine gelip hitap etti:
-- Oku ya Muhammed!“dedi. Allah´in Resulü ise buna:
--Ben okumak bilmem!“ diye karşılık vermiştir. Olayi bizzat kendisi anlatan Peygamber Efendimiz söyle buyurmustur:
--Melek beni kucaklayıp iyice sıktı, o derece ki ben, canım çıkacak sandım. Sonra beni biraktı ve:
--Oku ya Muhammed!“ diye haykırdı. Ben de:
--Ben okuma bilmem!“ diyerek cevab verdim... Tekrar ücüncü defa olarak beni kucakladı ve iyice sıktıktan sonra bıraktı ve kuvvetli ve siddetli bir sesle:
--Oku ya Muhammed!“ diye haykırdı ve ilave etti:
--Yaratan Rabbinin adı ile oku!. (Alak suresinin ilk 5 ayetini okudu. (1-Oku! Yaratan rabbinin adıyla (oku) 2-O insanı bir kan pıhtısından yarattı. 3-Oku! Rabbin en büyük kerem sahibidir.4-O insana kalemle yazmayı öğreten, 5-Bilmediklerini öğreten Rabbin.)
Melek, böylece bu beş ayeti baştan sonuna kadar okudu. Işte, olayı bu şekilde ve kendilerine ait ifadelerle anlatan sevgili Peygamberimiz, vahiy meleğinin ayrılmasından sonra hemen kosarak ve mübarek kalbi çarparak evine döner.
(Evine dönmekte iken yoldaki taşlar, kayalar, ağaçlar Onun nübüvvetini tebrik ederdi.) Eve gelince Hatice´ye hitaben:
--Beni örtünüz, beni örtünüz!“ der. Onu örterler. Bir müddet sonra korkusu ve ürpertisi gider. Kalkar ve yine Hatice´ye hitapla:
--Gercekten bana bir şey olacak diye korktum. der ve olanları anlatır. Kendisini dikkatle dinleyen Hatice, şu karşılığı verir:
--Ben Allah´a yemin ederim ki Allah seni utandırmayacaktır Çünkü sen akrabaya iyilik eder, doğruyu söyler, aciz ve zayıflara yardımcı olur, fakiri korur ve destekler, eşe-dosta ziyafetler verir, bir musibete uğrayanın imdadına koşarsın.
Hatice, bunları söyledikten sonra O´nu alarak Varaka bin Nevfel´e götürdü. Varaka, cahiliye zamanında hristiyanlığa geçmiş, kitabı Arapca yazan, Incil´i Ibranice okuyan bilgili bir kimse idi. Hatice kendisine dedi ki:
--Ey Amca oglu, kardeşinin oğlu neler diyor, bir dinle. Varaka Peygamberimize, ''Neler gördügünü“ sordu. Peygamberimiz de gördüklerini anlatti. Varaka:
--Bu senin gördügün, Namusu Ekber'dir, yani Cebrail ve onun vasitasıyla gelen seriattır ki, Musaya da aynen gelmişti“ dedi ve ilave etti:
--Ah keske benim bu hususta gücüm kevvetim olsa! Kesk, onlar seni Mekke- den çıkaracakları zaman ben de hayatta olsam! Sana yardımcı bulunsam!“
Peygamberimiz:
--Demek onlar beni Mekke´den çıkaracaklar öyle mi?“ dedi. Varaka:
--Evet, hiçbir peygamber gelmemistir ki kavmi ona mutlaka düşman kesilmesin... Eger ben o güne yetişecek olursam ya Muhammed, hic süphen olmasın, sana yardımcı olurum! Hem öyle bir yardım ederim ki, düşmanlar da buna şaşar.
Bu olaydan az bir zaman geçmisti ki, Varaka vefat etti ve sözünü ettiği günleri görmek ona nasib olmadı.“
Hatice annemiz demiştir ki:
--Ben Resulüllah Efendimiz´e sabir ve sebat telkin eden sözlerim sırasında dedim ki: ''Ey amcamın oğlu. Sana o görünen şey geldiği zaman bana haber ver.“ Hatice ve Peygamberimiz birlikte otururlarken Cebrail yine gelip görünmüş. Peygamberimiz:
--Ya Hatice, işte geldi“ demiş. Hatice:
--Simdi sen onu görüyor musun?“ O;
--Evet“ demiş. Hatice:
--Gel, sağ tarafıma otur“ demis. Peygam berimiz de kalkıp sağ tarafına oturmuş.
--Simdi yine görüyor musun?“ demiş. Efendimiz de
--Evet“ karşılığını vermiş. Hatice:
--Gel kucağima otur“ demiş. Efendimiz de oturmuş. Hatice:
--Simdi görüyor musun?“ Efendimiz
--Evet“ demiş... Bunun üzerine Hatice başını açıp örtüsünü yere koyduktan sonra tekrar sormuş:
--Simdi yine görüyor musun?“ O;
--Hayır“ diye cevaplamış. Hatice:
--Bu sana gelen, katiyyen şeytan olamaz. Eğer şeytan olsaydı başımı açınca kaçmazdı. O, muhakkak bir melektir. Ey amcamın oğlu, sabır ve sebat et! Sebat et, sana müjdeler olsun!“
Sonra Hatice Peygamberimiz´e iman etmiştir ve:
--Şehadet ederim ki sana gelen haktır!“ diyerek şehadette bulunmuştur.
17-Hz. Ali ve Haham
Hz. Ali şöyle der:
--Peygamber (s.a.v.) beni Yemen´e vazifeli olarak göndermişti. Bir gün ben, Yemen´de halka hutbe irad ediyordum. Yahudi hahamlarindan biri, beni ayakta dinliyor ve elindeki bir kitaba bakarak takib ediyordu. Sonra beni görüp dedi ki:
--Ey Ali, bana peygamberiniz Ebu´l-Kasım´ın vasfını yapar mısın?“ Ben de dedim ki:
--Peygamberimiz; ne uzun, ne de kısa idi. İkisi ortası az uzunca idi. Saçı, ne düz ne de kıvırcık, hafif dalgalı ve simsiyah. Başı büyüktü, rengi pembemsi, beyaz idi. Dirsekleri ve omuz başları büyük olup. beli ve ayak parmakları da kalın idi. Gögsü ile göbek arasındaki kıl cizgisi uzun idi, kasları birbirine yakın olup kirpikleri de uzun idi. Alnı açık ve yüksek, iki omuz arası geniş idi. Yürüdüğü zaman kuvvetli ve siddetli yürürdü, sanki yokuş asağı inercesine eğilir ve hızla ilerlerdi. Ben, ne O´ndan evvel, ne de O´ndan sonra bir O´nun gibisini asla görmedim!
--İşte, o yahudi hahamına karşı bunları söyleyip sustum. Haham bana:
--Sonra neler? diyerek anlatmaya devan etmemi istedi. Ben de:
--Şimdilik söyleyeceklerım, kısaca bunlardır“ dedim. Haham söze baslayıp,
--Her iki gözünde biraz kırmızılık var, sakalı gayet güzel, ağzı gayet hoş, kulakları tam, sağına soluna döndüğü zaman da tam döner. Degil mi? Diye sordu. Ben de
--Evet ta kendisi. Dedim. Haham
--Devamı da var. Biz Ona ait sifatları atalarımızdan bize kalan kitaplarda okuduk.
Ebu Hüreyreden gelen rivayette ise şu farklılık vardır: „Peygamber Efendimiz´in vefatından sonra idi. Kudüs´teki hahamlardan biri geldi ve Ali´ye müracat ederek:
--Ey Ali, bana peygamerinizin sıfatlarını anlatır mısın?“ dedi. Ali de verdiği cevapta:
--Peygamberimiz´in bilinen sifatlarını, O´nun orta boylu, pembeye calar beyaz tenli“ oluşu gibi niteliklerini anlattı ve bu meyanda, ikiye ayrılmış saçı, kulak yumusağına kadar uzanırdı. Sakalı sık ve güzel idi. Ön dişleri aralıklı idi. Boynu gümüş ibrik gibiydi, köprücük kemiği altın gibi parlardı. Oturduğu yerden kalktığı zaman, orası uzun müddet misk gibi kokardı. Dedi.
Hz. Ali´den bu bilgileri alan Kudüs´lü Haham, sonunda:
--Ey Ali, ben bu sıfatları Tevrat´ta okudum. Sehadet ederim ki o, Allah´ın Resülüdür!“ diyerek tanıklık etmistir.
18-Peygamberimizin İsitmesi
Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:
--Gercekten ben sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim! Ben, göklerin gıcır- dayıp inlemekte olduğunu da duymakta- yım. Göklerin gıcırdaması ise, haktır ve layıktır! Gökler meleklerle öylesine dopdoludur ki, dört parmak kadar bir yer dahi boş bırakılmamıştır. Her tarafinda melekler taat ve ibadettedirler.
19-Peygamberimizin Arka Tarafını da Görmesi:
Ebu Hüreyre ´der ki:
--Bir defasinda Resulüllah Efendimiz bizlere hitaben: ''Siz benim yalnız ön tarafı mı gördüğümü sanıyorsunuz? Vallahi sizin rükunuz da, secdeleriniz de bana gizli değildir! Ben sizi arkamdan da görmekteyim'' buyurdular.
Hz. Enes´ten rivayet edilir:
--Resulüllah Efedimiz buyurdular ki: Ey insanlar! Ben sizin imamınızım. Rüku ve secdelerinizi benden önce yapmayınız. Cünkü ben sizi, hem önümden, hem de arkamdan görmekteyim.
Alimlerimiz diyorlar ki: Bu önden de, arkadan da görme olayı, hakiki bir idraktır ve mucize kabilinden olup Peygamberimi- ze mahsustur; O´na ait büyük özelliklerden birisidir.
20-Resulullahın (SAV) Sesinin Çok Uzaklardan Duyulması:
Bera´dan rivayet ediyor.
--Bir gün Peygamberimiz bize hutbe irad ettiler. O´nun bu hutbesi o kadar uzaklarda duyuldu ki, evinden çıkmayan ve yeni yetişen kızlar bile, bu hutbeyi duyup dinlemişlerdir.
Bir başka sahabi şöyle der.
--Minada Peygamberimiz bir hutbe irad ettiler. Kulaklarımız öylesine açıldı ki, bizler yerimizden ayrılmadığımız halde, O´nun bu hutbesini rahatlıkla duyabildik.
21-Ağlayan Çocuğu Susturması:
Ebu Hüreyre´den rivayet edilir. Der ki:
--Biz, peygamberimizle birlikte gidiyor- duk. Nihayet bir yoldan gectiğimiz sırada bir ses duyuldu. Bu ses, Hasan ve Hüseyinin sesi idi. Resulüllah sür´atle gidip niçin ağladılarını sordu. Anaları:
--Susuzluktan'' dedi. Resulüllah su aradı ise de, bir damla su bulunamadı. İçeride Resulüllah´ın:
--Cocukların birini bana ver“ dediğini duydum. Çocugu anasından alıp bağrına basmış, susturmaya calışmıştı. Fakat cocuk var sesiyle ağlayıp bağırıyordu. Peygamberimiz mübarek dilini cıkarıp agzına koydu, o da O´nun dilini emmeye basladı. Sonunda susuzluğunu giderdi ve susup sükunete erdi. Artık sesi duyulmuyordu.
Digeri ise aglamasına devam ediyordu. Onu da anasından alıp bağrına bastı ve mübarek dilini verip emdirdi. O da susup sükunete erdi.
22-Lisanı ve İfadesindeki Özellik
Ömer Ibnü-l Hattab´dan rivayet edilir. --Ben, Resulüllah Efendimiz´e hitaben: ''Ey Allah´ın Resulü, sen, hep bizim aramızda büyüdüğün halde, niçin hepi- mizden daha fasih (açık ve düzgün) konusuyorsun?“ diye sordum. Şöyle dedi: --Ey Ömer! Ceddim Ismail (a.s.) ´ın dilindeki fesahat, zamanla halk içinde hayli ihmal edilmiş idi. Şu islam devrinde kardeşim Cebrail gelip bana, bu dilin bü- tün güzellik ve inceliklerini ögretmistir.
Hz. Aişe der ki:
--Peygamberimiz konusurken acele etmez, tane tane ve son derece açık konuşurlardı. Hz. Enes de söyle der:
--Peygamber Efendimiz, konuşurlarken, manası iyice anlaşılsın diye sözlerini üç defa tekrarlardı.
23-Ağızında Çiğnediği Et Parçası:
Umeyre binti Mes´ud şöyle der:
--Ben, dört kardesim ile birlikte biat etmek üzere Hz. Peygambere gittiğimde, O kadid (yani güneşte kurutulmuş bir et parcası) yiyordu. Mubarek agzında bir miktar kadid çignediler ve bana verip --Birer parca hepsine ver, ağızlarında ciğnesinler!“ buyurdular. Hepimiz öyle yaptık ve içimizden hiç biri, yaşadiği müddetce agzında fena kokudan eser duymadı.“
24-Peygamberimizin Ön Dişleri:
Ibn-i Abbas´tan rivayet edilir. “Allah Re- sulünün (s.a.v.) ön dişleri, ince, biraz sey- rek idi, konuştuğu zaman, nur gibi parlar ve iki ön dişleri arasından ışık saçardı.
25-Peygamberimizin Saçı:
Hz. Bera (RA) şöyle demiştir:
--Peygamberimiz, orta boylu, geniş omuzlu, uzun saçli idi. Saçı, kulak yumuşağına değiyordu. Ben, O´ndan daha güzelini görmedim.
Halid Bin Velid Yermuk Savaşında başlığını (sarığını) kaybetmis, sonra arayıp bulmuş ve demiş ki;
--Peygamber Efendimiz Umre yaptığı zaman başını tıraş ettirdi. İnsanlar iki tarafına dizilip kesilen saçlarını derhal alıp saklıyolardı. Ben de Onun alın kısmından kesilen bir miktar saçını alıpbu başlığımda saklıyordum. O yanımda iken savaşlardan hiç birini kaybetmiş değilim.
Halid bin Velid, bunun hangi Umre olduğunu belirtmemiştir. Peygamberimiz´in veda haccı sırasındaki umreleri olması muhtemeldir. Ancak bu sıradaki tiraş esnasında Peygamber Efendimiz, sağ tarafından kesilen saçını Ebu Talha´ya vermiş, diger tarafından kesilen saçlarını ise, insanlara dağıtılmasını yine Ebu Talha´ya emretmiştir.
Hz. Enes´e: sordular:
--Peygamberimiz, ihtiyarlamış mıydı?“ O,
--Hayır Allah O´na o günleri göstermedi. Efendimiz vefat ettikleri zaman, mubarek başında ve sakalında ancak onyedi veya onsekiz kadar beyaz tel vardi.
27-İpek Gibi Ten'i
Enes söyle der:
--Hz. Peygamberin elinden daha yumusak ne bir ipeğe, ne de ipekli bir kumaşa dokunmuş değilim! Hz. Peygamberin kokusundan daha hoş ne bir misk, ne de bir amber koklamış da değilim.
Sa´d bin Ebi Vakkas demiştir ki:
--Ben, veda haccı sırasında Mekke´de hastalandığım zaman, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz ziyaretime geldi, mubarek elini alnıma koydu ve yüzümü, göğsümü ve karnımı meshetti. Mubarek eli, o kadar hoş ve serindi ki, halen onun serinliğini duyar gibi oluyorum.
28-Peygamberimizin (SAV) Mübarek Teri
Enes (RA) O demistir ki: (Müslimden) ''Peygamberimiz bir gün, bulunduğumuz odaya geldiler. Az sonra kuşluk uykusuna yattılar. Derken terlemeye başladılar. Anam gelip O´nun mubarek terini bir şişede toplamaya basladı. Derken Peygamberimiz uyandılar:
--Ey Ümmü Süleym, ne yapıyorsun?“ dediler. Anam:
--Terinizi topluyordum, ey Allah´ın Resulü! Onu, kokumuzun içine katacağız. Bizim en güzel kokumuz budur“ diye karşıık verdi.“
Cabir bin Abdullah der ki:
--Peygamber Efendimiz´in bazı özellikleri vardı. Bu cümleden olarak O, bir yoldan geçtigi zaman, sonra bu yoldan geçen biri, buradan Peygamberimizin geçmiş olduklarını, O´na mahsus olan kokudan anlardı. O´nun teri ve kokusu, bir özellik arzederdi. Keza O´nun gectigi yerlerdeki her bir taş veya ağaç, O´na secde ederdi.
Aişe validemiz şöyle demiştir:
--Resulüllah Efendimiz; insanların en güzel yüzlüsü, en nurlu tenlisi idi. O´nu vasfedip anlatanlardan hiç biri, O´nun mubarek yüzünü ay´ın ondördüne benzeterek anlatmaktan kendini alamamış- tır. O´nun mubarek teri, alnında inci daneleri gibi tomurcuklanır, misk-i ezfer´den daha güzel kokardı.
29-Esnemekten Korunmuş Olmasi
Rivayet edilir ki, Peygamber Efendimiz, hiç bir vakit esnememişlerdir! Çünkü Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: ''Hiç bir peygamber, asla esnememistir.''
30-Peygamberimizin Gölgesi:
Peygamberimiz´in gerek gün ışığında, gerekse ay ışığında gölgesi yere düşmezdi. Ibn-i Sebe ise bu hususta söyle demektedir: --Efendimiz´in gölgesi yere değmezdi. Çünkü o, bir nur idi, Ne gündüzleri, ne geceleri O´nun gölgesi görünmezdi. Bazıları demiştir ki; Efendimizin bir duasında: ''Allah´ım, beni bir nur eyle“ buyurmalarında buna bir işaret vardir.“
31-Ağacın O'na Secde Etmesi:
Ömer ibn- Hattab'dan rivayet edilir: --Peygamberimiz Mekkeden çıkıp Hacun denen bir yere gitti. Oldukça üzgündü. Müşriklerin zulümlerini hatırlıyor ve ''Allahım! Bugün bana öyle bir ayet göster kibir daha üzülmeyecek şekilde kalbim mutmain olsun.'' diye dua etti. Bu sırada kendisine vadideki ağaçlardan birisini çağırması emredildi. O da ağacı çağırdı. Ağaç yeri yararak geldi. Onun önün de durdu ve kendisine selam verdi. Sonra Peygamberimiz ağaca yerine dönmesini emretti ve ağaç da geldiği gibi yerine döndü.
32-Taşın O'na Selam Vermesi:
Efendimiz buyurdu:
--Bana peygamberlik verildiği günlerde Mekke´de beni selamlayan bir taş vardı. Ben oradan geçtiğim zaman, hep o taşı tanırdım.
Bir başka rivayette şöyle buyurur:
--Ben Mekke´de bir taş tanırım. Bana pey- gamberlik verilmezden önce bu taş hep be- ni selamlardı. Ben, bu taşı şimdi de tanırım
Hz. Ali şöyle demistir:
--Bizler Peygamberimiz´in yanında bulunu- yorduk. O Mekke´den çıkıp dolaşmaya başla dı. Her ne zaman bir ağaca veya taşa rast lasa, mutlaka onun selamı ile karşılaşıyordu. Taş, agaç veya dağ lisana gelip kendi sine: ''Selam sana ey Allah´ın Resulü!“ diyordu.
33-Çakıl taşlarının Allahı Tesbih Etmesi:
Hadramut ileri gelenlerinden (hükümdarlarından) bir grup Resulullahın huzuruna geldiler. Dediler ki:
--Ya Muhammed! Bizler senin için aklımızda birşey tuttuk. Bunun ne oldu-ğunu bize haber ver.'' Peygamberimiz:
--Sübhanallah. Sizin bu dediğiniz kahinlerin işidir. Kahinler ve onların kehanetleri ise cehennemderir.
--Peki o zaman bizler senin peygamber olduğunu nerden bileceğiz?
Peygamberimiz yerden bir avuç taş aldı ve elinde tuttu. Sonra:
--İşte bu taşlar, benim Allahın elçisi olduğuma şahitlik edecektir. Buyurdu. Ve o esnada bu taşların Allahı tesbih ettiği duyuldu.
sübhanallah sübhanallah diyerek. (Allah bütün kusur ve ayıplardan münezzehtir.) Bu durumu gören hadramutlular kelime-i şehadet getirerek müslüman oldular.
34-Dağın Sarsılması ve Durması:
Hz. Enes der ki:
--Peygamberimiz Ashabı ile beraber Uhud dağının üzerinde bulunu- yorduk. Yanında Ebu bekir, Ömer ve Osman da vardı. Dağ sallanmaya başladı. Peygamberimiz:
--Dur ey dağ dur. Senin üzerinde bir pey gamber, bir sıddık ve iki şehit var.'' dedi.
35-Hurma Kütüğünün Ağlaması:
Buhari: Peygamberimiz önceleri bir hurma kütüğüne dayanarak hutbe okurdu. Daha sonra kendisi için bir minber yapıldıktan sonra hutbesini irad etmek için minber üzerine çıktığında, bu hurma kütüğünün sabi çocuklar gibi ağladığı inlediği duyuldu. Peygamberimiz de bunu duyunca minberden inerek hurma kütüğünün yanına geldi ve onu kucaklayıp susturmaya çalıştı. Hurma kütüğü de yavaş yavaş sustu.
Peygamberimiz buyurmuş ki;
--Ben minberden inerek onu teskin etmeseydim, o kıyamete kadar feryad etmeğe ağlamaya devam ederdi.''
36-Devenin Şikayeti:
Abdullah Bin Caferden rivayet: Bir gün peygamberimiz ashaptan birini bahçesine girdi. Oradaki deve peygamberimizi gö-rünce O'na sokuldu ve gözlerinden yaşlar akıtarak ağlamaya başladı. Allah Resulü:
--Bu devenin sahibi kimdir?'' dedi. Bir
--Benim ey Allahın resulü, dedi bir genç.
--Allahın sana bir mülk olarak verdiği bu dili söylemez hayvana haksızlık etmekten hiç korkmazmısın? Ona çok iyi bak. Onun canını acıtıyor ve çok çalıştırıyormuşsun. Onun senden bu hususta bana şikayeti var. dedi. Daha sonra bu hususta Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur:
--Yerde ve gökte hiç bir varlık yoktur ki benim Allahın Resulü olduğumu bilmemiş olsun.
37-Yaşını doldurmamış Kuzunun Süt Vermesi:
İbn-i mesut der ki: Ben genç bir delikanlı iken koyun güderdim. Hz. Peygamber Hz. Ebubekir Mekke müşriklerinden kaçar larken yolda bana uğradılar ve dediler ki;
--Ey delikanlı! Yanında bize içireceğin süt var mıdırı? Ben ise ''Bir emanetçi'' olduğumu bildirdim. Dediler ki:
--Güttüğün sürü içinde henüz koç görmemiş ve yaşına basmamış bir dişi kuzu yok mudur?'' Ben:
--Var'' dedim ve kuzuyu onların yanına getirdim. Ebu Bekir kuzuyu tuttu, Peygamberimiz de kuzunun memesini eline aldı ve dua etti. Kuzunun memesi süt doldu.
Çukur bir tasa sütü sağdı ve o sütten peygamberimiz de ebu bekir de içtiler, bana da içirdiler. Sonra Peygamberimiz kuzuya ''sütünü çek'' dedi ve eski haline geldi.
38-Bir Yemeğin Kırk Kişiyi Doyurması:
Hz. Ali anlatır: Hz. Peygamberimiz, eşi Hz. Hatice'ye bir miktar yemek hazırlamasını emretti. O da hazırladı. Sonra bana:
--Ey Ali! Haydi Abdulmuttalip oğullarını çağır'' dedi. Ber de çağırdım. Kırk kişi kadar geldiler. Peygamberimiz kendilerine;
--Haydi buyurun.'' dedi. Bu yemek onlardan birinin tek başına yiyebileceği miktarda idi. Ama hepsi doydular. Sonra misafirlere süt ikam etmemi emretti. Süt ikram ettim ve hepsi de içtiler. Aslında bu süt de onların tek başına içebilecekleri miktarda idi. Fakat kırk kişiyi kandırmıştı.
39-Parmaklarından Su Akması:
Cabir bin Abdullah rivayet eder:
--Biz bir seferde Resulullah ile beraberdik. Namaz vakti gelmişti. Yanımızda ise su kabından arta kalan az miktarda su vardı. Başkada suyumuz yoktu. Bu az miktarda su Peygamberimize getirildi. Peygambe- rimiz parmaklarını bu suyun içine soktu ve parmak aralarını açtı. Buyurdu ki: --Ashabım! Haydi abdestinizi alınız. Fakat bu bereket Allahtandır. Bunu iyi biliniz.'' Peygamber efendimizin mübarek parmaklarından su akma mucizesi bir kaç defa vuku bulmuştur.
40-Dilsizi Konuşturması:
Peygamberimize bir kadın geldi. Yanında büluğ çağına ermiş ama hala konuşamayan bir oğlu vardı. Kadın durumu Resulullaha anlattı. Peygamberimiz çocuğa dedi ki: --Söyle bakalım ben kimim? O konuşamayan araz çocu;
--Sen Allahın resulüsün''dedi ve dili çözüldü.
41-Amayı Görür hale Getirmesi:
Habib bin Füdeyk isimli bir sahabi der ki:
--Ben babamla resulullaha gittim. Babamın iki gözü de hiç görmüyordu. Peygamberi- miz bunun sebebini sordu. Babam dedi ki,
--Bir gün yolda giderken ayağım yılan yumurtasının üzerine basmıştı. Kırılan yumurtanın içindeki sıvı yüzüme sıçradı ve zehirli olduğun için gözlerimi kör etti, görmez oldu.'' Bunun üzerine peygamberimiz mübarek tükrüğü ile onun gözlerini ilaçladı. Derhal gözleri açılıp görmeye başladı. Yaşı seksene vardığı halde rahatlıkla iğneden ipliği geçirebiliyordu.''
42-Ay'ın İkiye Yarılması:
Şakkı kamer mucizesi. Kamer suresinin birinci ayeti.''Kıyamet saati yaklaştı, ay ayrıldı.'' şeklindedir. İbn-e mesut der ki: --Ben Mekke de ayın ikiye ayrılışına bizzat şahit olup kendi gözümle gördüm. Peygamberimiz henüz Mekke'den çıkmamıştı. (Hicretten önce) Mekkeliler kendisinden bir mucize istediler. Peygamberimiz mübarek parmağıyla ay'a işaret etti ve ay ikiye ayrıldı. Bir parçası Ebu Kubeys dağının üzerinde diğer parçası da aşağı tarafta idi. Böyle bir mucize diğer peygamberlerin hiç birisine verilmemiştir. Peygamberimiz de bunun üzerine ''Allahım şahit ol'' dedi. Müşrikler dediler ki; ''Muhammed ay'ı büyüledi.'' Bunun üzerine ''Kıyamet saati yaklaştı, ay ayrıldı.'' ayeti kerimesi nazil oldu. Hatta bu olayı müşrikler o gece seferden dönmekte olanlara da sordular. Ve her sordukları da ''Evet gördük'' dediler.
43-Peygamberimizi Allahın Koruması:
Hz. Aişe'den riyvayet: Peygamberimiz önceleri nöbetçiler dikilerek insanların kendisine bir kötülük yapmasından korunması için bekleniyordu. Nihayet Maide suresinin 67. ayeti kerimesi nazil oldu. ''Ey Muhammed! Allah seni insanlardan koruyacaktır.'' Bunun üzerine peygamberimiz nöbetçilere:
--Ey insanlar. Haydi gidiniz. Allah beni koruyacağına vaad etti.'' buyurdu.
Ve Allah, Resulünü korudu. Ona kimse zarar veremedi.
Ebu Hureyre der ki:
--Ebu Cehil kudurmuş. ''Muhammedin ibadet ettiğini görürsem O'nun boynunu çiğneyeceğim, yüzünü yerlere süreceğim. Ve Peygamberimiz namaz kılıyordu.
O'nun boynunu çiğnemek için ilerleyen Ebu Cehil, birden bire geri çekilmeye ve eliyle kendisini korumaya çalışır gibi bir harekette bulundu ve oradan uzaklaştı. Kendisine;
--Neden böyle yaptın?'' diye soruldu. O,
--Muhammedle benim aramda ateşten bir hendek açıldı. Mütpihş korktum. Sonra aramızda bir takım kanatlar zuhur etti.'' Efendimiz daha sonra buyurdu ki;
--Eğer o bana yaklaşsaydı, meleklerin kanadıyla parça parça edilirdi.'' Sonra da Alak Suresinin 6-19 ayetleri nazil oldu. ''Gençek şu ki insan, kendini kendine yeterli görerek azar. Kuşkusuz dönüş Rabbinedir. Namaz kılarken bir kulu (Peygamberi) men edeni gördün mü? Ne dersin, O peygamber doğru yolda ise yahut takvayı emrediyorsa, Ne dersin O peygamberi yalanlıyor ve doğru yoldan yüz çeviriyorsa, bu adam allahın yaptıklarını gördüğünü bilmez mi?''
Bir gün peygamberimiz Mekkenin dışına çıktı. Bunu gören Nadir adlı Müşrik, ''Böyle bir fırsat bir daha düşmez'' diyerek pusuya yatıp Peygamberimizi öldürmeyi planladı. Ve pusuya yattı. Ansızın müthiş bir korkuya kapılarak geri döndü. Ebu Cehil ile karşılaştı.
--Nereden geliyosun?'' dedi. Nadir: --Muhammedin peşinden gitmiştim, Onun yalnız olduğunu görerek onu öldür-mek istemiştim. Pusuya yattım. Fakat simsiyah ve korkunç yılanların dişlerini birbirine çarparak ağızlarını açmış bana hücum ettiklerini gördüm, korktum ve evime dönüyorum.'' dedi. Ebu Cehi,
--Bu O'nun sihirlerinden birisidir. dedi.
44-Yanmayan Peşkir:
Enes bin malik'e birgün birisi misafir olur. Ve der ki, Enes hazretleri yemekten sonra peşkirinin sararmış, solmuş ve kirlenmiş olduğunu gördü. Hizmetçi kıza:
--Şu kirli ve bulaşık peşkiri bir an için tandıra atıver. Dedi.
Hizmetçi kız hemen peşkiri tandıra atıverdi. Misafirler bu işe taaccup ettiler. (Şaşırdılar) Peşkirden dumanlar çıkacağı- nı, yanıp kül olacağını bekliyorlardı. Bir müddet sonra hizmetçi kız peşkiri tandır- dan çıkarttı. Peşkir kirlerden temizlenmiş ve beyazlanmıştı. Orada bulunanlar dediler ki;
--Ey Aziz Sahabi. Bu peşkiri nasıl oldu da ateş yakmadı, üstelik bir de temizledi?
Enes hazretleri şöyle buyurdu:
--Resulullah (SAV) bu peşkire bir çok defa elini ve ağzını sildi de ondan.
Sevgili okuyucularım. Şurasını unutmayınız. Mucizenin gerçek sahibi Allahtır. (CC)
İhsan AKINTÜRK
15 Mart-15Nisan 2008
Burglengenfeld